Brownsville’den Matamoros’a bisikletle geçtikten sonra akşam saat 17:00’de atladım otobüse istikamet Guadalajara. Araba tuttuğu için senelerce annesi tarafından araçlarda uyutulan bir insan olarak otobüse biner binmez göz kapaklarım otomatikman kapandı. Sonra “kızım Meksika’da otobüstesin aç gözünü, çevrene bak belki askerler yolu kapatır bir macera olur” filan diye telkinde bulunup açtım gözlerimi. Ne yazık ki macera filan olmadı, kimse bizi durdurmadı, bizi durduran tek şey otobüs şöföründen başkası değildi.
Dilenci vapuru gibi her şehirde durarak yaklaşık 18 saatte Guadalajara’ya varan otobüsümün her durakta kaşelettiği evrağı. Bu arada otobüse bisikletimi hiç bir şeyini sökmeden olduğu gibi yükledim. Bagajın ortasındaki demirlere kilitledim ki sağa sola kaymasın. Dört adet bisiklet çantamı da Teksas’ta yolda bulduğum kahve çuvalına yerleştirip yanına koydum. Her durakta bagaj alıp/verirlerken bisikletin vitesine zeval gelmesin diye de inip baktım. Ben bakmasam söförümüz bakıp ilgilendi. Ah, bu arada bisiklet için ekstra bagaj parası filan da ödemedim.
Guadalajara otogarında bisikleti yükledim ve Casa Ciclista’ya (Bisikletçi Evi) doğru yola koyuldum. Tabii saçma sapan bir yola dalıp yolumu kaybettim. Neyse bilmediğim ispanyolcamla bir şekilde Brenda’nın annesinin hediye ettiği sim karta para yükleyip Bernardo’yu aradım ve kaybolduğumu söyledim. Bernardo gelene kadar yemek yiyeyim bari diyerek hemen yandaki yemek tezgahına gidip “no carne” diyerekten ilk vejeteryan yemeğimi ısmarladım. Bernardo “ilerideki metro durağındayım buraya gelebilir misin?” deyince sağ olsun dükkanın paket dağıtan elemanı “ben motorla sana yolu gösteririm beni takip et” dedi.
Neyse dağıtımcı abimiz mobiletiyle önde ben arkada bir şekil istasyona vardık. Bernardo ile merhabalaştık tam yola devam edeceğiz. Koca bir arabanın teki göz göre göre gelip arka çantama çarpınca kendimi yerde buldum :( İlk kez araba çarpmasının şokuyla ayağa kalktım. Bir şeyim yoktu sadece gururum kırılmış, bisikletimin gidonuna sardığım siyah zımbırtı yolunmuştu. Yola devam ettik tabii ki, ya ne yapacaktık :)
Deli bir trafik ya da normal bir trafik; bildiğin İstanbul trafiği. Sağa pat diye yanaşan arabalar, yanından milimetrik mesafeyle geçen otobüsler, minibüsler filan. Steril ABD macerasından sonra oldukça ürkütücü ama bir o kadar da cezbedici.
Casa Ciclista 4-10 Ocak arası 7 gün boyunca evim oldu :)
Casa Ciclista’da yalnız değildim. British Colombia – Kanada’dan yola çıkan Randy ve Cheryl Ball ile hem bisiklet evini hem yol maceralarını hem de tur tiyolarını paylaştım. Randy ve Cheryl’in maceralarını www.crworld.ca isimli web sitesinden takip edebilirsiniz.
Randy ve Cheryl sayesinde bir kez daha hiç bir şey için geç kalınmadığını, insanın torun torba sahibi olduktan sonra bile hayallerini gerçekleştirebileceğine inancım ikiye katlandı.
Bernardo Lizardi (yukarıda yeşil yelekli insan kişisi) GDL en bici‘nin kurucularından ve dostluğundan gurur duyduğum bir insan. “GDL en bici” de neymiş derseniz linke tıklayıp biraz da çeviri yardımıyla detaylı bilgi alabilirsiniz, yok ille de sen anlat derseniz; Guadalajara şehrinde, insanların insanca, eşit ve temiz yaşam ve ulaşım hakkını gözeten bunun için bisiklet kullanma, tamir vb eğitimi bedelsiz veren, bisikletçileri çeşitli organizasyonlarla buluşturan, kar amacı gütmeyen, herhangi bir parti sempatizanı olmayan tamamen sivil bir toplum kuruluşu. Aylık çıkardıkları derginin reklam bedelleri ve bağış ile ayaktalar. Casa Ciclista organizasyonlarını değerlendirdikleri ana merkez. Ayrıca bisiklet tamir servisi ve yolu bir şekilde Guadalajara’ya düşen tur bisikletçilerinin “bedelsiz” kalabilecekleri bir mekan. Herkesi tek tek tanıma imkanım olmadı ama hepsi de cici insanlar. Ama benim için tabii ki en cici Bernardo ve sevgilisi Magui oldu. Neredeyse hiç evlerinden çıkmadım. Bernardo sayesinde bisikletimin tekerlek göbeklerini, gidon borusunu komple söktüm, temizledim, zincirimi değiştirdim, kısacası bisikletimin 2500 km üzerinde ilk bakımını yaptım. Burada yazması kolay ancak uygulaması hem keyifli hem de zor tüm bu işleri yapmam bir kaç günümü aldı. Sağ olsun Magui bir kere bile “bıktım bisikletçilerin evime gelip bisiklet tamir etmelerinden” demedi. Nefis yemekler ve tatlılarla midemizi, gülümsemesi ve dostluğuyla kalbimizi sevindirdi.
“beyaz bisiklet” veya “hayalet bisiklet” trafik kazasında ölen bisikletçi için tamamen beyaza boyanıp kaza mahaline yakın bir direğe kilitlenen hüzünlü bir anı :( ilk kez 2003 yılında St. Louis, Missouri’de başlamış ve tüm dünyaya yayılmış bir uygulama. Türkiye’de Ankara’da trafik kazasında hayatını kaybeden Onur Karaca’nın anısına Dikmen caddesine “hayalet bisiklet” bırakılmış. Gönül ister ki hiç “beyaz bisiklet” olmasın :( en az motorlu araçlar kadar özgür ve güvenli seyahat edebilelim.
İsimlerini tek tek hatırlayamadığım nefis Meksika tatlıları ki kimi hem tatlı hem acı!
King’s Cake – Rosca de reyes ve plastik temsili isa bebek. İsanın doğumu ve yeni yıl zamanı özel bir kek yeniliyor. Kekin içinden çıkan bebek kime denk geldiyse bir sonraki partiyi düzenlemek ve keki almak onun işi :)
Cajeta – karamel ev yapımı ve tek kelimeyle nefis!
Bir takım ev yapımı acı soslar!
Magui sağ olsun evdeki yıllanmış tekilalardan ikram edip hepsinin özelliklerini tek tek anlattı.
Tekila mavi agave bitkisinden distile edilen bir içki ve sadece Tekila ilçesinde üretiliyor. İsim hakkı koruma altında, dolayısıyla başka hiçbir içkiye tekila ismi verilemiyor. Ancak başka agave cinslerinden de içki üretilebiliyor dolayısyla onlara da başka isimler veriliyor.
Mezcal kesinlikle tekila’nın ucuz versiyonu değil. Sadece bir kez distile edildiğinden sert bir içki, ben tadını sevdim. İki birayla sarhoş olabilen bir bünyem olduğundan mezcale dadanmam söz konusu bile olamaz :) yani olur da etrafımdakilerin vay haline.
Magui ve Bernardo bizi (Cheryl, Randy ve ben) San Martin De Las Flores isimli minik kasabaya yerel pazarı gezmeye götürdüler.
Pazarda baldan, elektroniğe, giyimden, ete herşey var. Bizim semt pazarından farkı herkesin oturup yemek yediği çorba/yemek tezgahları ve et tezgahları.
Semizotu (ing – purslane/spn – verdaloga) ve kabak çiçeklerini (ing – squash flower/spn – flor de calabaza) görünce bir sevindim bir sevindim anlatamam :)
Şimdi böyle kazanlarda çorba var bir çeşit temel karışım buradan kurbağadan tut balığa kadar içine ne eti istersen onu ekleyip afiyetle mideye indiriyorsun.
Çeşit çeşit ayıklanıp temizlenmiş deniz ürünü
pozole (bir çeşit çorba) veya tortilla (küçük yufka ekmeği) yapımında kullanılacak iri değişik renkli mısır taneleri
En sevdiğim mutfak malzemeleri; en solda buz traşlama aleti ve hemen yanında küçük limon presleri :)
Meksika mutfağında türlü çeşit sos olduğundan boy boy kepçeler, kepçecikler :)
Doğadan toplanan kurbağalar; bir kısmı hala canlı.
Ördek yumurtası – hem iri hem daha lezzetli
Rosca de reyes tezgahı :)
Magui, kaktüs (nopales – bildiğimiz kaynana dili) seçimi hakkında tüyolar verdi. Hangisi doğadan toplama, hangisi kültür kaktüsü gibi bilgiler :)
Meksika’da duvar resmi/sanatı inanılmaz etkileyici
Michiocan’da üretilen br çeşit peynir, inanılmaz lezzetli. ABD’den sonra Meksika bir peynir cenneti :)
Kızartılıp üzerine bir çeşit şerbet dökülen hamur işi tatlı. Benim bu seyahat sanki yeme içme seyahati gibi oldu ama gerçekten amaç bu deYil :)
Tatlıcı dükkanı vitrin manzarası :)
Bıyıklarına hasta olduğum Meksikalı sevgilim :)
Bu sandalyeler tamamen özel ve el yapımı, derisi domuz derisi ve ağacı da sanırım palmiye.
La Calavera Catrina ölüler gününün simgesi!
Subcomandante Marcos – It is our day, the day of the dead! şair burada okuyucularında ödev olarak zapatista kimdir, marcos kimdir diye sormaktadır.
Ve tabii haritalar açılır, yeni yollar, yeni maceralar bizleri beklemektedir.
Bernardo ve Magui sayesinde kendimi hep evimde hissettim :)
Meksika usulüsemizotu, hafif acılı :)
Süt ve çeşitli baharatlarla dinlendirip sonra hafif yağda tavada pişirilen kurbağa tek kelimeyle nefisti. (vejetaryenlik de bir yere kadar; burada maksat sizlere herşeyin filmlerde söylendiği gibi “aynı tavuk” tadında olmadığını kanıtlamak, yoksa yani kurbağaymış filan)
Yumurta Likörü (eggnog) çok acayip lezzetli ve hatırladığım kadarıyla ucuz bir içki :)
Tüm GDL en Bici ailesi bir arada, buradan hepsine bir kez daha teşekkür ederim.
Tertemiz bisikletim yeniden yollara düşmeye hazır.
Casa Ciclista’nın salonu, girişi ve bir takım bisiklet ile ilgili komikli esprili fotoğraflar
Guadalajara’dan 10 Ocak 2013’te ayrıldım bisikletle otobüs terminaline kadar gittim. Bir gece öncesinde bir haftanın dağınıklığını toplayıp yine dört çantaya sıkıştırdığımdan yorgun ve uykusuzdum bahanesi değil tabii tembellikten otobüse atlayıp Chapala’ya doğru yola koyuldum.
Şu an Chapala’dan epey uzakta Mexico City’deyim. İstanbul’dan sonra sanırım en kalabalık şehirlerden biri ve evet ilk kez bir apartman dairesindeyim :)
Elif’cimm… Okurken cok keyif aldım ayrica tek basina bisikletle dünyayi gezme cesaretini cok takdir ediyorum. Hayallerini gerceklestiren bir kadin ancak ayakta alkıslanir…..
Sitare’ciim çok teşekkür ederim :)
elif ne güzel yazmışsın. yolculuk hikayelerini okumak çok keyifli. paylaşımlarını sabırsızlıla bekliyorum :)) bu arada sitare’nin yazdıklarına sonuna kadar katılıyorum… bacaklarına kuvvet, kesene bereket, klavyene zaman olsun :))) sevgiler
Rukiye hocam sağ olun :) sevgiler
Gerçekten vurguladığın gibi sanki yemek yazısı gibi olmuş, ama laf aramızda onu da güzel yapıyor olacaksın ki neredeyse benim de kurbağa yiyesim geldi. :)
Da sanırım yiyemem herhalde.
Bu arada Mexico City’nin toplam nufusu 21 milyonu geçiyor.
Sanırım yakında oranın yazısı da gelir. Bekliyor olacağım.
ahmet allah sonumu hayır etsin :) kurbağa, çekirge ve birtakım başka böcekler ve kurtlar yedim, yiyorum. bir kaşık habanero sosunu da yanlışlıkla yediğim için acı bibere de alıştım sayılır. böyle meyve standlarında karışık meyveleri hazırlıyorlar – ananas, mango, kavun, karpuz – önce kırmızı toz biber, üzerine de limon suyu oooh nefis :) limonsuz, toz bibersiz meyve çok yavan geliyor artık :)
sevgiler
Bir solukta üst üste iki günlük macerayı birden keyifle okudum. Pek yabancılık çekmiyor olmalısın Meksika da. Tabi buraya yansımayan pek çok maceralar ve yüzler vardır. Ancak trafik keşmekeşliği, uzaktan ürperti veren ancak yakında misafirperlikleri gibi yönlere bakılırsa, Türkiye’den çok da farklı görünmüyor.
Takibe ve macera kovalamaya devam :)
Yolun açık olsun…
biraz tembel bi yazarim sanirim :/ keske daha uzun detayli yazabilsem ama o zaman da maceraya vakit kalmiyor.