Şimdi size 2400 kilometrenin üzerinde toplam 77 günlük bisiklet maceramı özetleyeceğim. çok uzun fotoğraflı filan bir yazı olacak haberiniz olsun, çekirdeğinizi, çayınızı filan hazırlayıp oturun bilgisayarın başına, sonra yok çok uzun oldu, ben susadım midem ekşidi filan demeyin darılırım.
Ichetucknee Springs Kampında in cin top oynadığından, bir de sanırım işletmeci hanım Ruth’un güzel kalbinden dolayı benden para almadılar. Bir kaç hafta sonra Key West Florida’dan gelen bir çiftten Ruth’un benim için dua ettiğini ve çok endişelendiğini bir de beni 19 yaşında sandığını duyduğumda hem şaşırdım hem de duygulandım.
Ichetucknee’den sonra baktım Suwannee Springs’e varmaya çok var, bari yol yakınken White Springs’e gideyim dedim. Tam da kartpostal gibi minicik bir şehir.
Sanırım ABD’nin en eski bisiklet derneğini buldum, hatta açık mı kapalı mı anlamaya çalışırken ilk tanıştığım kişi belediye meclis üyesi (councilman karşılığı olarak bunu buldum idare edin) çıkmasın :) bir iki telefon konuşmasından sonra güzelim tesiste bedava kaldım.
White Springs’den sonra 46 mil pedallayıp Marianna’ya ulaştım. Daha sonra kendi rekorumu egale edene kadar en uzun sürüşümdü birincilik teli verecek kimse yoktu. Günlerden cadılar bayramıydı, ben de itfaiyenin kapısını çalıp “trick or treat” demeye karar verdim. McDonalds’da hem bedava internetten yararlanıp hem de dinlenirken yan masadaki gençlere itfaiyenin tam yerini sorup bu gece evsiz olduğum ile ilgili espriler filan yaptım. Bir kaç dakika sonra pek sevimli genç bir hanım “taşındığım için evde her şey kutularda, 3 tane köpeğim var ama kalmak istersen bu gece benim kanepemde yatabilirsin” demez mi! Size söylemiştim sokakta bırakılamayacak kadar şanslı ve de şirinim :)
Marianna’dan sonraki durağım Monticello’ydu. Burada ilk warmshowers deneyimini yaşadım. Zef ve Oona inanılmaz tatlılardı ve aşağıda tamamen benim için ve benim gibi tur bisikletçileri için hazırladıkları evde kaldım.
Oona atölyesinde kişisel sergisi için çalışırken beni kırmayıp fotoğraf çekmeme izin verdi.
Bu sevimli çiftin iki günlüğüne misafirleri olduğum için çok şanslıydım. Kendilerini emekli edip, oğullarını Bahamalar’da bir yelkenlide yetiştirmişler. Çevreye, seçimlere ülkelerinde olan bitene oldukça duyarlı ve düşünceli insanların olması ve iki günlüğüne de olsa dünyalarını benimle paylaşmalarına çok sevindim.
Örümceklerden korksam da bu müthiş yaratıklardı seyretmekten kendimi alamıyorum. Muz örümceği – Banana spider diye bilinen ancak gerçek adı Golden Silk orb-weaver olan bu arkadaş tamamen zararsız. Bu tarantuladan halliceydi, daha büyükleri de varmış henüz tanışmadık.
Woodville civarında kladığım ikinci warmshowers evsahibinin kedisi Aslan, bir gün çamaşır dolabında belirdiği için ismini Narnia Günlüklerinden almış.
St. Marks Bicycle Trail – St. Marks Bisiklet Yolu inanılmaz keyifli bir yoldu. Araç stresi yok tamamen bisikletlilere ait bir yol ve eski Woodwill otoyoluna paralel mis gibi ağaçların arasından insanı Tallahassee’ye götürüyor. Toplamda 16 mil uzunluğunda ve tarihi St. Marks kasabasına kadar gidebilirsin – ben gidemediğim için az da olsa pişmanım :( – aslında gidemediğim her yer için pişmanım bir bilseniz!
Glen üçüncü warmshowers evsahibim diyeceğim ve artık bu bilinmezliğe bi açıklama getireceğim. Türkçesi “sacakduş” olan ve sadece bisikletli gezginlerin ve onları ağırlamak isteyen diğer bisiklet ve bisikletçi sever insanların buluştuğu ücretsiz bir platform. Glen sağ olsun oğlunu 5 ay önce trafik kazasında kaybetmesine rağmen “zor durumdayım şu an Tallahasse’deyim ve bana evsahipliği yapacak kişiye ulaşamadım” diye kendisine telefon ettiğimde hiç tereddüt etmeden kapısını açtı. Sayesinde ilk defa hem motorsiklette yan sepette seyahat ettim hem de bisikletimi ilk kez bir motorsikletin arkasına astım :)
Bu güzel insanlar Türkiye’den. Woodville’de kaldığım evsahibim “aa bizim üniversitede türk bir çift var tanışmak ister misin?” dediğin de içimden allah bea! demişliğim var. Neslihan ve Oğuzcan Tallahassee’de hem çalışıp hem de doktora yapıyorlar. Beni de krallar gibi ağırladılar (sayelerinde demleme çay içebildim). Bir de kartvizit tasarladılar giderayak ne kadar teşekkür etsem az gelir.
Bicyclehouse hakkında daha sonra uzun bir yazı yazacağım (yalan değil gerçekten yazacağım ama ne zaman yazarım orası biraz şaibeli). Uzun yazının kısası bisiklet deyince insanın aklına gelen tek yer – bence tabii :) Tamamen gönüllü kar amacı gütmeyen topluma faydalı antifaşist – sahibinin bisikletinde “this machine kills fascists” çıkartması var – şükela bir dükkan. Gençler okul sonrası gelip bisiklet tamirini öğreniyor ve kendilerine ikinci el bağışlanan malzemeleri kullanarak bisiklet yapıyorlar. Burada da uzun kalamadığım için çok pişmanım. İnsan ne acayip bazen gidemediği için bazen de kalamadığı için pişman. (burada OBEB pişman taaam mı!)
Bağış yapmak isteyenlerin elinden tutmayayım artık gönlünüzden ne koparsa :)
Tallahassee’den çogzel bir kuyruk rüzgarıyla çıktım yola ama gel gör ki burada anlatsam anlatamayacağım bir dolu şahsi nedenden dolayı göz yaşlarım sel oldu. Yol boyu hıçkıra hıçkıra ağladım, en az gülmek kadar iyi geldi desem kim inanır..
Az gittim uz gittim dere tepe düz gittim (oğlum saat olmuş gece 01:00 blog yeniliyorum saçmalayabilirim tabii ki) Chattahoochee’ye vardım. Polis memuruna sordum nereye bedava ve güvenli kamp atabilirim. İlerde parkı geçince nehir kıyısına kamp kurabileceğimi öğrenmeme rağmen baktım parkta kimse yok kurdum çadırı tuvalete-duşa yakın bir yere (hala gatorland sınırındayım nehirden timsah filan çıkabilir) sabah erkenden yol üzerinde kahvaltı edecek bir yer buldup ilk kez “grits” yedim. Bizim muhlamanın yanında tabii yaya kalır onu diyeyim baştan, ama az da olsa memleket hasretini küllendirdi ve de tuzlu bir şeyler yemenin hazzına vardım.
12 Kasım Marianna’ya vardım. Hala bitmek bilmez Florida’da bisiklete biniyorum. İtfaiye binasına gidip “abi kalacak yer var mı?” diye sordum. Maalesef bütün bisikletçiler buradan geçtiklerinde itfaiyede kaldıkları için yerel yönetim aksine karar çıkartmış. İtfaiyeci kardeşim yardımcı olmak için sağa sola telefon ettikten sonra “şimdi buradan dümdüz git, köprüyü geç sonra soldaki şehir parkına gir, parkın sonuna kadar gidip sağa doğru köprü altına kıvrılırsan park sınırından çıkmış olursun kimse sana bulaşmaz” dedi. Karanlık olmadan hemen parka gittim parkın sonunda kocaman meşe ağacının ardına kampımı attım. Sabah ilk iş kahvaltı edecek yer bulmaktı. Gazebo’yu bulmam zor olmadı. En nefis ve de en ucuz kahvaltı ettiğim yerdi – evsahiplerimin hazırladığı kahvaltılar hariç tabii.
Bu zürafa Planet Hollywood Lokantasının sahibi Sylvester stallone tarafından Chipley İlkokuluna bağışlanmış ancak boyundan dolayı okula sığmayınca halk kütüphensinin girişinde yerini almış. Doldurulmak için öldürülmüş olma ihtimali insanın sinirini bozsa da çocukların enine boyuna zürafa incelemeye fırsatları olması güzel bir şey sanki, bilemedim.
Choctawhatchee Nehrinin ve de köprünün anlamı ben de büyük. Neden derseniz Tallahasee’de gün ışığından faydalanmak için saatleri bir saat geriye almıştık. İşte o haftasonu pedallamaya başladım. Bu nehri geçtikten sonra taaa Milton’a kadar – sanırım iki gün – saatimi tekrar bir saat geri almam gerektiğinin farkına varmadım. Doğu Saat Diliminden Orta Saat Dilimine geçmişim de haberim yokmuş :( o iki boyunca hep “oo saatlerini ayarlamayı unutmuşlar” diye düşündüm. Sonra üzülmedim tabii lan ne üzüleceğim bedavadan bir saat daha kazanmıştım :)
Nehirden sonra pedala kuvvet kalacak yer derdiyle Ponce De Leon kasabasına vardım. Hava kararmaktaydı ve ben çok yorgun ve de açtım. BBQ yazan küçük dükkana girdim “vejeteryanım, açım verebileceğiniz etsiz herşeyi yiyebilirim” dedim. Lois sağ olsun burada biscuit dedikleri KFC’de satılan minik ekmekler, salata ve koca bir bardak sıcak çikolata hazırladı. Bir de üzerine para almadılar, benim yerime yanındaki genç kardeşim ödedi hesabı – aslında müslümanlığa pek de uzak olmayan hıristiyan adetleri :)
Ponce De Leon minicik bir yer. Belediye binasının yanındaki parka attım çadırı biraz yol gürültüsü olsa da uyudum bir güzel. Sabah yukarıda Sally’nin yerinde kahvaltı ettim. Kadın başıma Orlando’dan (Oviedo deyince kimse anlamadığı için Orlando demeye başladım düşün o kadar uzağım evimden) taa buralara geldiğim ve hatta buradan da taaa Teksas’a gideceğimi duyanlar pek şaşırdılar, üzüldüler, tebrik ettiler. Kahvaltı için de para almayan işletmeci hanıma ne diyeceğimi bilemedim.
De Funiak Springs’in girişinde tanıdık bir meyve – frenk inciri! Elalemin bahçesine dalamadım tabii ama sonra yol boyu bulup bulup yedim. Dikenler çok fena ama bedava yemesi prayslis!
De Funiak Springs’in yuvarlacık gölüne vardığımda hava kapatmış hatta çiselemeye başlamıştı ama olsundu göl çok güzeldi, içimi nedensiz bir mutluluk sarmıştı. Katettiğim onca yolu tanıştığım insanları edindiğim dostları düşündüm. Durmak için bir iyi bir sebebin olmaması gitmek için iyi bir sebepti :) İyi ki de yoldaydım ve iyi ki uzun bir yolum vardı. Benim için çok mühim birini düşündüm yine gözlerim yaşardı ama bu sefer çok ağlamadım.
Bu ördekler de gördüğüm en çirkin ördeklerdi. Sanki biraz hindi biraz ördektiler.
Göldeki kameriye’de yukarıdaki yazıya rastladım; “hayat bir orospudur ama sikimde değil!” diye tercüme edeyim dilim döndüğünce. Dünyanın öbür ucunda olsanız da insan doğası pek değişmiyor.
Bu manolya ağacıda 100 yaşın üzerinde ve ABD’nin en yaşlı ağaçlarından biri. Epey vakit geçirdim, etrafında döndüm, dolaştım, yapraklarına baktım, çiçekler için geç kalmıştım ama olsundu. 100 yaşın üzerinde olmak, manolya ağacı olmak üzerine uzun uzun düşündüm. Düşüncelerim hiç bir yere gidememek üzerine yoğunlaşınca endişeyle uzaklaştım zaten görecek çok şey vardı.
Bir gün ayrıca De Funiak Springs hakkıında da yazacağım. Gölün etrafı tarihi evlerle çevrili bu da içlerinden en sevdiğim.
Kütüphaneleri çok seviyorum, hem sıcak ev gibi hem de kitap kokuyor. Bir de tabii bedava internet var :) Yukarıdaki kütüphane ABD’nin en eski kütüphane binası ve hala kütüphane olarak hizmet veriyor. Acelem olmasına yine üzülüyorum. Kalıp doya doya gezemediğim için pişmanım. (bu da her şeye üzgün her şeye pişman habire ağlıyor bu ne be dediğinizi duyar gibiyim)
En soldaki hanımla Ponce De Leon’da kahvaltı ederken tanıştım. Beni De Funiak Springs’de göl kıyısında bulmasına çok şaşırdım. “Burada çiçekçide çalışıyorum, etrafı gezdikten sonra vaktin varsa ve eğer istersen çiçekçi dükkanına gelir misin? Kızım ve diğer arkadaşlar sana hayran olduk tanışmak istiyoruz.” dediğindeyse yanaklarım kızardı. Hayran olunacak bir şey yapmamıştım ki, bilidğin aylaklık benimkisi – tabii bir yandan da birincilik teli almış kadar mutlu oldum!
Sib, “madem Crestview’a gidiyorsun ve kalacak yerin yok, o zaman falanca kilisenin papazı filanca beyi bul benim adımı ver sana kalacak yer bulur dediğinde te düşündüğüm kilise bahçesine çadır atabilecek olmanın rahatlığıydı.
Yine karanlık olmadan az biraz önce Crestview’a vardım. Papaz efendi sağ olsun bir numarayı aramamı söyledi. Aradım, telefona bakan kişi kalacak yer verebiliriz ama polise kayıt yaptırman gerek dedi. Haydaaa bu kadar uzun işe ne gerek var diye düşündüm bir yandan da maceranın kokusunu almıştım. Polis Merkezinin yerini öğrenip atladım bisiklete. Şehir büyük caddeler kalabalık ve de bisikleti sürecek emniyet şeridi yok :( Neyse alacakaranlıkta vardım merkeze durumu özetledim, bekliyorum. Sinirlerim de bozulmadı değil macera derken güneş battı. Bu trafikte nasıl bisiklete bineceğimi düşünürken başka bir memur geldi. Neyse uzun lafın kısası bisikletimi kamyoneti olan bir polis memuru aldı. Ben de çantalarla hani suçluları bindirdikleri arkası demir parmaklıklı polis arabasına bindim. Şehrin misafiri olarak otelde kalacaktım ve otel şehrin 8 mil güneyindeydi – karanlıkta ne kadar uzakta olduğunu tam da bilemedikleri otele bisikletle gidemediğim için beni bırakan memur arkadaşlara teşekkür edip tüm kirlilerim topralayıp doğru çamaşırhaneye koştum :) – bisikletçinin hazin dramı. Giyecek çok eşya taşıyamazsın ve 1 haftanın sonunda çamaşır yıkaman gerekir.
Belediye parkından çift kişilik iki tane yatağı olan otele ışınlanmak oldukça tuhaftı. Hayat ne garipti ve başka ne maceralar kapının arkasında beni bekliyordu. Yine çok mutluydum, yatakta biraz zıpladım, uzun uzun duş aldım.
Blackwater River Bisiklet Yolu – Milton’a giderken bir kısmında bisiklet sürdüm. Kısa ama oldukça sevimli bir bisiklet yolu.
Al ve Sally Melvin, yine warmshowers’dan beni misafir olarak kabul edip ağırlayan tatlı bir çift. Al tam bir kahve aşığı, sayesinde en güzel kahveyi ve en güzel gritsi yedim. Ah bu arada sabah ön lastiğim inmişti. İlk patlağım! Gerçi 2 gün yama yapmadan şişire şişire Orange Beach’e kadar gittim :)
Bob ve Gerry, 80’in üzerinde 50 küsur senedir evliler. Pensacola’da beni misafir ettiler. Sohbetlerine doyum olmayan harika insanlar. Hele Gerry benim için ikinci idol oldu. Osteoporoz yüzünden kemikleri kolay kırılıp zor kaynayan Gerry iki yıl peşpeşe bisikletten düşüp her iki kolunu da kırmış. Doktor bırak bu bisiklet sevdasını dediğinde çok üzülen Gerry’ye eşi Trike hediye etmiş! Mide kanserinden dolayı bir kaç yıl arayla midesinden olan Gerry, 80’inci doğum gününde çocukları ve eşiyle 80 kilometre bisiklet sürmüş. Ben de böyle büyümek, böyle 80 yaşında olmak istiyorum dedirtiyor insana – en azından bana :)
Beraber Pensacola havaalanına gidip Julio’yu karşılıyoruz. Julio’da couchsurfing’den arkadaş olduğum bir bisikletçi/öğretmen. Kendisi aslen meksika vatandaşı ama 15 senedir Teksas’ta öğretmenlik yapıyor. Haa bu arada paraya kıyıp çok süper bsiklet ışığı aldım Pensacola’dan 300 lümen. İyi ki de almışım Julio ile neredeyse tüm seyahatimiz boyunca hava karardığında bile bisiklete bindik!
Nihayet Florida eyaleti binmiş ve Alabama eyaleti başlamıştı ve bizim için güneş batmış olmasına rağmen hala gidecek yolumuz vardı.
Scott ve Rhonda Orange Beach Alabama’da hem bizi hem de Fransız bir çifti bahçelerinde ağırlamış, evlerindeki banyo, tuvalet ve mutfağı kullanmamıza izin vermişlerdi. Rhonda’nın sağlık sorunlarına rağmen kapılarını kapamayan, tekrar gelin şimdi sizi diğer turcuları ağırladığımız gibi ağırlayamadık, yemekler pişireceğiz demeleri de cabasıydı. Aralık başında ameliyat olan Rhonda’nın durumunun iyi olduğunu bilmek ise prayslis!
Orange Beach’ten Dauphin Island’a giderken kendimi tutamadım :)
Dauphin Adasını’da akşam akşam dolaştık. Fransız çiftle aynı evsahibinin bahçesinde kalacaktık ancak kıç kadar adada kendilerini bulamayınca biz de Adanın girişine geri dönüp, internetleri olan kamp alanında kaldık. İki kişi olunca ödenen kamp parası daha az can yakıyor.
Dauphin Adasına arabalı vapurla geliyorsun sonra çok afedersin bu atşeysini aşan köprüyü pedallayarak ayrılıyorsun :( Bu yolculukta ABD’nin tüm uzun ve yüksek köprülerini geçtim sayılır. Tabii şöyle de bir durum var, durmadan pedallayarak bu koca köprüyü geçince kendini çok seviyorsun ve hemen birincilik telini veriyorsun. Sonra millete haritada gösterip hava atıyorsun filan. (-bırak bu boş işleri de git bi iş bul, yedin paraları!! – sanane yaaa, pis)
Dauphin Adasından sonra Bayou La Batre’de bir RV kamp alanında kaldık. Bu sanırım bu yolculuktaki ikinci RV park alanında kamp atışım. RV kamp alanları bisikletçileri almamakta çok ısrarcılar :( neymiş efendim evsizler de gelirmiş bik bik bik!
Bayou La Batre’den sonraki durağımız Gulfport. Yolda Hardrock cafe’yi görünce tabii turistliğimiz depreşti.
Yine yolda güneşi batırdık :) insan yapımı bu upuzun kumsalda New Orleans’a gidiyor olmanın heyecanını yaşıyordum.
Barbara ve Bernie Walker bizi evlerinin hemen yanındaki bir başka evde ağırladılar. Şahane bir akşam yemeği yedik. Kaybettiğimiz Fransız çifti de misafir ettiklerini öğrendik. Çadır toplama derdi olmayınca insan ne kadar mutlu olabilir bilemezsiniz :)
Buccaneer State Park’ta sabah :) Yolda sivri sineklerin hışmına uğradığımız halde, hava kararıyor yorgunuz dememize rağmen bizi almayan RV parklara nalet olsundu! Hepsi dünde kalmıştı. Bugün hedef NOLA! 60 mil pedallayacağız.
Yolda Jesse ile karşılatık. NOLA’ya girer girmez şahane bir vietnam lokantası var mutlaka orada yemek yiyin pastanesi de şöyle güzel filan diye bize pedallamamız için bir sebep verdi.
Jesse’nin timsahı! (koş hanım koş Jesse’nin timsahı… dur koşma lan, bakma ağzını kırırım!) every good ride needs a good mojo!
Bundan sonrası NOLA NOLA diye senelerce içimizi kurutan sevgili merenbey’e gelsin. Her ne kadar iki kelimeyi ancak bir araya getirebilsem de yazının bundan sonrasını kendisine ithaf ediyorum.
Burası NOLA Healing Center’ın hemen yanında yer alan Fatoush Lokantası. İnsanın Hemşinli dostu olsun yeter. Rüveyda ablanın kapısını çalıp “ben sizin kardeşiniz Apo’nun arkadaşıyım, Orlando’dan bisikletle geldim, kalacak yere ihtiyacım var” dediğimde tereddütsüz kalplerini ve evlerini açtılar.
Merenbey’e de mesaj attım tabii, sayesinde Matthew ile arkadaş oldum. Hatta NOLA’ya gelen iki güne gidemez biraz da sende kalayım diyerekten 10 gün NOLA’da kaldım.
Liuzza’s’da po-boy ve tabii Abita Amber! Bu tabii Abita Amber’e aşık olmadan önceki halim, sonrası fena :( hiç bir bira böyle güzel değil.
Dr Lonnie Smith – Snug Harbor jazza doyamadım desem :)
Lalo – Copper Goat ile Matthew sayesinde tanıştım. Nefis el yapımı mücevherler tasarlıyor ve tabii yapıyor. Biraz bakır tel ile oynamama izin verince ben de bisiklet küpe yaptım bir çift. Eşi benzeri yok. “Kim alırsa benim için fotoğrafını çeker misin lütfen” dedim, anlaştık.
Lalo – çalışırken
Lalo sayesinde Marino ile arkadaş olduk, her gün bisikletle NOLA2nın altını üstüne getirdik!
Bu iki sokağın kesiştiği yerde böyle bir proje vardı. “ben ölmeden önce” okuyunca “vay arkadaş, bana da ölmeden önce NOLA’yı görmek nasip olur, merenbeyciğimle bir bira içeriz belki” dedirtmiştir.
NOLA’da Marino ile kahvaltı ederken tesadüf eseri tanıştığımız süper cool şahsiyet, Dirty Barry :) kendisi Clint Eastwood’un Grand Torino’da dublörüymüş. süper bir heykeltraş ve ressam.
Bisiklet bilgisayarım yok, gps’im de yok. Şöyle bir bakayım kaç mil yol yapışım dedim bir ara; 700 mil!
2 bisiklet ve 3 kilit – bir zincir, bir kablo bir de U-kilit! NOLA’da bisikletin gözden uzaktaysa ancak böyle kilitlenir.
Lake Ponchartrain’in kıyısında oturdum. Merenbeyle Biyolokumun burada olmamalarına çok üzüldüm. NOLA’ya geldiğime çok sevindim. Çok acayip bir yer, anlatılcak gibi değil. ABD’nin benim gördüğüm kısmıyla da alakalı bir yer değil, bambaşka. Sonra durup duruken yine sevindim.
Kutu kutu dizili mezarlar – bazen diyorum gerçek olsa, ölünce de bir yerlere gitmeye devam etsek ama bu geziler daha fantastik olsa filan, sonra tabii saçmalama diyorum.
Matthew’i dinlemeden NOLA’dan ayrılmak çok üzünçlü olacaktı.
Bu çifti tanımıyorum ama o kadar çok fotoğraf çektim ki, beni barın fotoğrafçısı sanıp ille bizim de fotoğrafımızı çeker misin dediler, kırmadım tabii :)
Daha yazacağım yazmasına ama vakit dar, internet az :) Şimdi Brownsville Teksas’a doğru yola çıkacağım. Meksika sınırı var 3-4 güne..
dediğin gibi çayımı aldım harika seyahatini bir dikişte okudum.:)hani uzundu?hemen bitti!:((arada yüzüm güldü arada ben de üzüldüm seninle… yazıyı okurken fotoğrafları incelemek daha bi manalı oldu.sabırsızlıkla bekliyorum yazılarını.yolun açık olsun….:))
Semra vakit ayirip aylakligimi okudugun icin cok tesekkur ederim :) yeni yazi pek yakinda!
evet o kadar da uzun değilmiş, hemen bitiverdi. yazmaya devam !
Eliiif! o/
Yazı süper olmuş, benim için de hiç uzun değildi, aniden bitiverdi. Gezmeye ve yazmaya devam et, Yazmaya söz verdiklerini de tamamla ama :p
Valla bir yandan “gezmeye devam et, keşke hiç dönmesen” diyorum, bir yandan da “Leeen, çogözledim, dön bir an önce de bi rakı yapalım, kocaman sarılayım, canım benim! <3 <3" öyle arada kaldım (=
Ride nice and safe, baby, çok dikkat et kendine, seni çok seviyoruz o/
serdarııım çogozledim ben de :) öpüyorum yanaklarından!
not : ride safe demişşin, ilk kez araba çarptı burada bana! merak etme iyiyim bi şeyim yok ama korktum birazcık :)
Hasimden ancak yarisina kadar okuyabildim. Eger gecerse devam ederim, baktim zorlayinca olmuyor; ‘tuvalet terligini giyersinde bir tanesi islak cikar insallah’ der gecerim!!!!!!!!!!!!!!!11111birbirbir
Hasetimden*
Değerli dost Ebru Baranseli sayesinde keşfettim yazdıklarını, nasıl mutlu oldum anlatamam. Yapmayı beceremediklerimi birileri yaptığında, haset etmek yerine mutlulukla el çırpıyorum “evet hala umut var” dedirtiyorsunuz bana. Yolculuklarına devam edebileceğin harika bir hayat diyorum sana. Hep gez, hep yaz lütfen.
Sevgi ve ışıkla kal…
hep vardı içimde bir kurt ayın karanlık tarafını merak eden :)aynı yerde fazla durunamayanlardanım sanırım. nasıl etsem, nasıl yapsam diye diye, hep başka gezginleri okuya okuya, sonunda ben de düştüm yollara :) zaman ayırıp okumanız benim için çok değerli, çok mutluyum. Ebru Baranseli’ye de ayrıca teşekkür ederim.
Benim yazacaklarımı önceden yazmışlar ama olsun. Çabucak bitti :)
Şimdi ikinci kısma geçiyorum okumak için.
Ne mutlu Allah bizlerede nasip etsin. Sağlıklı pedaller.
ölüncede biyerlere gideceğini düşünenlerdenim
Dostum bütün yazılarını yeni okudum. Bu yazıyı okurken ise hem çok duygulandım hem de çok sinir oldum. O kadar yaklaşmışken bi’ şekilde buluşup görüşmeli idik. Artık Türkiye’ye mi, Nepal’e mi, her nereye döneceksen, oralara gitmeden önce New England taraflarına da gelmelisin bence :(
Lalo ile bile tanışmışsın, süper olmuş :) Shrimp Po-boy’unu da yemişsin. Mis! Abita Amber’ın tadını da unutamazsın artık :)
Öpüyorum, Güney Amerika’da bol şans dilerim.
sorma dostum geri dönmediğim için kafamı hangi duvara vuracağımı bilmiyorum. Lalo’nun yeğeniyle de burada Meksika’da tanıştım :) dur bi ispanyolcayı sökeyim olmadı tekrar kuzeye pedallarım.
bu geziye çıkmamda, işi gücü bırakmamda filan hep payın var dostum, arada hava al çık gez dolaş atom mühendizliğine ara ver :) öpüyorum
Merhaba,
Türkiyeden selamlar :) …. Güzel bir tur olmuş tebrik ediyorum. Merak ettiğim için bir kaç soru sormak istedim. :)
1-Ne zamandan beri bisiklet kullanıyorsunuz.
2-Tellerden bisikleti yaptığınızı söylediniz. Bu konu üzerinde yeteneğiniz var ve mesleğinizi merak ettim.
3- Misafirlik için kapıdan geri döndürüldüğünüz hiç olmadımı? Kamp alanına bisikletlileri almama dışında :) Çokmu soru sordum nedir?:)
Ve birincilik teli hakediyorsunuz. Tebrikleeer..
Samet merhaba,
Mexico’dan selamlar. Daha tur bitmedi, kolum iyileşir iyileşmez yine yollarda olacağım.
1. Öyle çok aman aman bisiklet kullanan biri değildim. Dağcılık ve kaya tırmanışıyla haşır neşirdim.
2. Bakırdan yaptığım bisiklet küpeleri soruyorsun herhalde. Bir dönem epey takı, toka yaptım ama mesleğimin bunlarla alakası yok. Beğendiğin için teşekkürler :)
3. Misafirlik için kapıdan çeviren oldu. Planlama hatası yüzünden Mexico’da Tuxtla San Cristobal arası susuz ve yiyeceksiz karanlığa kaldım. Yol üzeri olmayan ama çok da sapa olmayan bir köyde neyse ki açık bakkal buldum su ve kek aldım (ekmek olmayınca kek yiyorum yaşasın Marie Antoinette) bakkalın önü müsait değildi, gençler toplanmış gazoz filan içip köye gelen yabancıyla dalga geçiyorlardı. Lafı uzatmayayım diğer bakkal teyzeye gittik ama benim yüzüme bile bakmadan gayet sert bir ifadeyle burada kamp falan kuramaz dedi. Elim mahkum bi yerde uyuyacağım köyün çıkışına doğru bisikleti sürerken son evden bir adam çıktı köpekleri susturmak için moralim sıfır ama yine de sordum bahçede yatabilir miyim diye adam kabul etti. Eşi o yoklukta bana kahve ve ekmek verdi.
Tekerlek döndükçe bir şekil kısmetini buluyorsun.
Sevgiler
Bu gibi geri çevirmelere ülkemizde, hele ki köylerimizde rastlamak neredeyse imkansız olduğundan, anlamakta güçlük çekiyoruz elbette …
:)
Evet bir solukta bitti ama şanslıyım, henüz hikayelerine okumaya yeni başladım ve sırada okunacak çok hikaye var :)
Şu öldükten sonrada gezebilmek fikrini çok tuttum. Bazen dalıp gittiğimde uzaklara, kesinlikle öldükten sonra da boyut değiştirerek benzer bir hayat yaşayacakmışız fikrine kapılıyorum ve o zaman umutlanıyorum, şu hayatta göremediğimiz yerleri de o zaman görme şansımız olabilir umuduyla :) …