Oviedo’dan çıktım yola

İlk günüm gayet başarılıydı. Bir ara yolu kaybettim sandım meğer hafifçe ormana sapmam gerekiyormuş. Bisiklet kırılacak sandım ama dayandı valla. Sonrası hep asfalt yol hatta sadece bisiklet için yapılan Seminole Cross Trail’i kullandım tüm gün diyebiliriz. Interstate dedikleri eyaletlerarası otobana bisikletliler çıkamıyor. Ama üzerinden geçebiliyor.


Ve sonunda Wekiwa Springs RV Campground! Bisikletimi park edip çadırımı kuruyorum derken çadırın arkasından bir şey geçiyor; Florida’nın meşhur kara ayısı! Aman allahım ne yapacağım derken bir bakıyorum karşı komşu çadıra doğru seyirtmiş. Hanımlardan biri koşup aracın farlarını yakıyor filan sonra kovalıyor. Hımmm demek adet bu gerçekten kovalayınca gidiyorlar. Ayıya “komşunun arsız köpeği muamelesi çekmek” işe yarıyor. Diğer türlüsünü düşünmeden ve de yemek pişirmekten vazgeçip doğruca dükkan tarafına gidiyorum ki bedava wifi ile yarınki rotayı yazayım. Kah şarkı söyleyerek, kah kendi kendime konuşarak rotayı yazıyorum. Ses çıkar ki ayılar sinsice arkandan dolanmasın!

Ertesi gün karşı komşu hanımlardan bir tanesi beni kahve içmeye davet ediyor. Nasıl sevinçliyim anlatamam. Böylece kahve yapma derdinden kurtuluyorum. Hemen toparlanıp yanlarına gittim. Ne tesadüf içlerinden biri askerken Türkiye’ye gelmiş. Ben de kendimi erken emekli ettiğimi filan anlatıyorum. Buradan Teksas’a kısmetse oradan Meksika’ya geçeceğimden, ana planın orta ve güney amerika ülkelerini gezmek olduğundan bahsediyorum. Şili’ye kadar gidip penguenlere el sallayıp geri döneceğim ama kısa vadede ölmeden Teksas’a gitmek var. Çok seviniyorlar, şaşırıyorlar. Bu arada ikisinin de itfaiyeci olduğunu öğrenince arkadaşlarla aramızdaki şakalaşmayı anlatıyorum. New York City’de itfaiye binalarının fotoğrafını çekmeye başladığımı ve her gittiğim yerde itfaiye binalarını bulup fotoğraflarını çektiğimi söylüyorum. Tesadüfler, tesadüfler :) Kahveye teşekkür edip yola koyuluyorum. Bugün ikinci gün Seminole State Forest’ı geçeceğim.

Dalıyorum karşı yola ama bir de bakıyorum ki google maps ile buradaki bilgiler farklı. En azından ormanın çıkışında yine yol isimleri vs google maps ile uyuşuyor. O sırada görevli arkadaş gelince onunla da yolu teyid ediyoruz. Evet kum yol ama bisiklete binilebilir durumda. Hayırlısı diyerekten dalıyorum ormana!

Nefis bir manzara ama tabii “manzaraya bak şahane di mi” diyecek kimsem yok! İleledikçe siyah ayılar ve timsahları düşünmeye başlıyorum. Blackwater Creek’in üzerinden dandik beton bir köprüyle geçiliyor ama manzara harika! Köprüyü birirince göz ucuyla piknik alanını görüp saniyesinde oha harika derken ormandan gelen seslerden dolayı “ayı çıkabilüür, timsah çıkabilüür” endişesiyle (o kadar güzelki nehrin kıyısı, timsah olsam kesin orada yatarım) pedal basıyorum.

Bir yerde adi şerefsiz kum tekerimi yakaladı, düştüm. Durum fena değil bir iki çürük belki. Yola devam derken o da ne yolda koca kıçlı siyah bir ayı! Birkaç saniye bakıştık, epey uzakta. Onun ne düşündüğünü bilmiyorum ama ben fotoğraf çeksem mi kovalasam mı ikilemindeyim. Kovalıyorum. Hoplaya hoplaya gidiyor. Bu dördüncü kez kara ayı görüşüm. Bir önceki gece neredeyse üzerime basarak çadırın yanından geçmişti. Daha sonra annesi mi artık babası mı karanlıkta seçemedim bir tanesini de tuvalet çıkışında görmüştüm.

1,5-2 saatte sanırım 8 millik Seminole State Forest parkurunu bitirip asfalta çıkıyorum. Bundan sonrası kolay derken yine google maps yolları yok oluyor. Yolda aldığım tarif üzerine geri dönüp Royal Trails’e giriyorum ve aramalar sonucu Maggie Jones isimli yola çıkıyorum. Hemen herkes araçların çok sık geçtiği kumun oturduğu ve benim bisiklete binebileceğim bir yol olduğunu söylemişti. Ancak yol berbat buranın tabiriyle bir karış “sugar sand” (şeker kum). Toplam 6 millik yolun sanırım 5 milini bisikleti iterek ve evrenle konuşarak, ricalarda bulunarak geçirdim. Yolun iki yanı ya orman ya alabildiğine arazi. Kesseler sanırım kimsenin ruhu duymaz öyle diyeyim. Bu arada yoldaki ayı izleri beni düşündürürken, iki genç kamyonetleriyle durup halimi hatırımı, yeterince suyum olup olmadığını sordular. Ve tabii “ileride redneckler var, çok tehlikeli insanlar var, burada tek başına dolaşman iyi değil diye” bir güzel içime ikinci bir korku saldılar. Redneck dediğin bizim faşolardan daha kötü olabilir mi? Bilemiyorum. Öyleki yerdeki kumdan farkım yok. Kafamda mikrokosmos filmindeki gibi görüntü küçülüyor küçülüyor küçülüyor ben de uzayda yok oluyorum. Sanırım sıcaktan ve yorgunluktan saçmalıyorum. Evrene diyorum ki ne olur saat 16:00’da asfalt yola çıkayım, tekerim patlamasın ve ne olur araç filan geçmesin (yolun ortasında kum az olduğu için ortada gidiyorum araba gelince kenara geçmem 5 dakika ve tekrar yola çıkmam 5 dakika sürüyor) ve tabii ayı, redneck, neyse ne hiç bir şey istemiyorum. Evrenin benle işi bitmemiş ki 16:15’te asfalta kavuşuyorum. “Çok sık kullanılan” yol Maggie Jones’tan sanırım 1.5-2 saatte tam 10 araç geçiyor. Sonuncusu bana zafer işareti yapıyor. Asfalttayım ve uuuuuu beybi, şello tello 20/50, su gibi akıyorum. Clearwater Lake kamp alanındayım. İçme suyu musluğuna yanaşıp danalar gibi su içiyorum. Resmen yanmışım da haberim yok. Sonra park görevlisi bana kamp yerlerini gösteriyor. Tuvalete en yakın kamp alanına çadırı atıyorum. Ne yemek pişirecek halim var ne başka bir şey. Yorgunluktan açlık da hissetmiyorum ama itfaiyeci dostlarımın verdiği meyveli atıştırmalıkları yiyip hemen uykuya daldım. Gecenin bir yarısı sırtımda bir acı, sanırım düştüğümde dala filan sürtmüşüm bir de sol bacağım çok acıyor, sanırım güneş yanığı üzerine bir de sivrisinek ısırıkları iyi olmadı. Çok yorgunum, uykuya yenildim.

Sabah harika bir manzara eşliğinde kahvaltı ediyorum. Kathy geliyor. Parkın esas görevlisi. Resmen beni evlat ediniyor. Maggie Jones macerasını duyunca beni alıp en yakın şehre götürdü. Aloma ve Mount Dora’da alışveriş yaptık. Öncelikle biber gazı, aslında bana Raid eşekarısı spreyini vereceki ama koca metal şişe olduğu için almadım. Sonra eczaneye gidip bacağımı gösteriyoruz. Eczacı yumuşak doku enfeksiyonu antibiyotik içmen lazım diyor. Olmadığına eminim ama doktor değilim pffff. Neyse alerji hapı ve kremi alıyorum başka bi eczaneden, işe yaramazsa antibiyotiğe başlayacağım. Yanımda Türkiye’den getirdiğim geniş spektrumlu antibiyotik var. Kathy  maceramı duyunca hem seviniyor hem üzülüyor. İlk gece bana çorba getirdi ikinci gece ille karavanda yat yerde yatma dedi. Üçüncü gece minik köpeği ladybugs ile tanıştım. Yaygaracı bir chivauvau. Kathy’nin eşi Tom maalesef kanser. Boğazında başlayıp lenflere geçmiş. Şu an tedavi görüyor. İnanılmaz pahalı. Çok üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Umarım kurtulur ve Kathy ile mutlu mesut yaşarlar. Bu arada kütüphaneden DeLorme Florida Road Atlas’ın forokopilerini çekiyorum. Elim bir türlü düzelmiyor. Sol elimin küçük parmağı uyuşuk ve elimde de güç kaybı var. Ah maggie jones vah maggie jones diyorum başka da bişey demiyorum. En azından hala frenleri sıkıp vites değiştirebiliyorum. Yola devam etmeye kararlıyım. Kathy ile ağlaşıp vedalaşıyoruz. En geç 8:00’de yola çıkmak istesem de yine 9:00’da ancak yola çıkabiliyorum.

Yol nefis asfalttan dümdüz Aloma’ya gidiyorum oradan da 19 numaralı yola dönüp dümdüz kuzeye devam. İlk otobanım ve kamyonlarla ilk münasebetim. Saygılılar ve mümkün mertebe açıktan alıyorlar ama rüzgarı beni epey sallıyor. İyi ki bisiklet yüklü yoksa bu rüzgara dayanabilir mi bilmem. Bu arada yol inişli çıkışlı, öyle dümdüz filan değil. 19’dan 40 numaralı yola sapıp batıya yöneliyorum hedef Juniper Springs kamp alanı. 26 mili 4 saatte alıyorum ve saat 13:00’te kamp alanındayım. Kendimi daha fazla yormak istemediğimden hemen gidip çadırımı kuruyorum. Bu kamp daha kalabalık, her yer RV dolu. Bir grup beni görünce heyecanlanıyor. Daha sonra içlerinden Joan beni masalarına biraya davet ediyor. Bira yerine gazoz içip maceralarımı anlatıyorum. Elimdeki his kaybından filan bahsediyoruz. En kısa hedefim Gainesville. A.J’in oğlu Drew ile telefonda konuşuyorum. Gainesville’de Free Bike Repair’de çalışıyormuş. “Pazartesi gel elimizden geleni yaparız benim haricimde üç kişi daha var” deyip adresini verdi. Tesadüfler ve tesadüfler :)

Ertesi gün yolda Joan ile karşılaşıyorum, “Bu işi yapabilirsin ama unutma planlarını da her zaman değiştirmekte özgürsün”diyerek beni uğurluyor. Elim yüzünden vazgeçmek istemesem de kararsızım. Neyse diyorum artık gittiği yere kadar. Yine yollardayım, hedefim, Oklawaha RV ve Kamp alanı, oldukça tuzlu fiyatı ama en iyi nokta orası. Olmadı Citra’ya devam edeceğim. Dünkü grup sağ olsun yanlarında hot spot cihazı vardı ve free wifi kullandırdılar :) burada cihaz da, aylık ödemesi de pahalı. Yaklaşık 200 dolar cihaz ve sanırım 40-50 dolar da aylık wifi ödemesi tutuyor :(

Yine 40 nolu yolu kullanıyorum ama kısa süre sonra 11 nolu yola kuzeye dönüyorum. Nefis bir yol, çok yokuşlu ve hatta “ovşit!” bu yokuşu nasıl aşacağım çok dedim ama elin gavuru yapmış arkadaş bi şekil yaklaştıkça eğim azalıyor. Bir iki durup fotoğraf çekiyorum ama burası Black Bear Scenic Trail – yani Kara Ayı İzleme Yolu. Ne olur ne olmaz diye çok uzun duramıyorum. 316 nolu yola dönüyorum ve devam ediyorum. Oklawaha kamp alanıyla bağlantı kurmaya çalışıyorum ama maalesef hat gidip geliyor. Yola devam edeyim olmadı kalacak başka yer bulurum derken o da ne koca bir köprü Oklawaha River Bridge. Ya allah ya settar diyip basıyorum pedala, köprü yükseliyor yükseliyor, yükseliyor. Sağa çok yanaşınca çantam sürttü ben de durmak sorunda kaldım ama bisikleti itmeden köprüyü aşıyorum. Kamp atacağım alan çok yakın. Kamp alanı sahibi Mike benden yarı fiyatı alıyor, sağ olsun. Atıyorum çadırı, kendimi de banyoya atıyorum bir güzel yıkanıyorum bir iki kıyafetimi de yıkıyorum. Seriyorum Florida güneşine :) 1 saate kuruyorlar.
Hemen bir sonraki rotayı not etmek için ortak salona geçiyorum. Aaa bakıyorum mutfakta kurutucu var eşyalar kurumazsa diye Mike’tan bozuk para istemeye gidiyorum. O sırada kahve makinasını görünce kahve pişirebilir miyim diye izin istiyorum. Mike makinayı alabilirsin istersen kahve ve filtre de var diyor. Neredeyse göbek atıcam. Hemen kahvemi yapıyorum, makarnamı pişiriyorum. Fotoğraf yüklüyorum filan. Buradaki RV’ler gelip geçici değil en yenisini iki senedir kiracı. Amerika’da evden ziyade RV’de kalmak daha ucuz. Bunları da Susan’dan öğreniyorum. 60’ları yaşamış bir çiçek çocuk Susan :) akşam akşam gidip kedilerini seviyorum. Havadan sudan biraz sosyal devlet olmaktan filan konuşuyoruz. Redneck tarifi alıyorum kendisinden :) sevgiyle kucaklaşıyoruz. Keşke daha uzun zaman vakit geçirebilsek.

Mutfağın olması büyük nimet :) kampımı hemen toplayıp mutfağa geçiyorum. Kahvaltı ve kahveden sonra yola çıkmaya hazırım. Oklawaha’ya veda ediyorum.

Hedef Gainesville! 41 mil. Elim uyuştuğundan beri bu kadar uzun yol yapmadım. Yol su gibi akıyor. 12:30 gibi mola verip bir şeyler atıştırıyorum. İtfaiyeci hanımlardan Julie’yi arayıp yolda olduğumu ve sanırım 16:30 en geç 17:00 de Gainesville’de olacağımı ancak Alachua’ya devam edemeyeceğimi söylüyorum. Sen Gainesville’e gel biz seni alırız devam etmeden 1-2 gün biz de kal sonra rota neredeyse oraya bırakırız demişlerdi. Yine yola koyuluyorum.

441 nolu yol süper eşek kadar bir emniyet şeridi var derken bir de bakıyorum ki emniyet şeridi “bike lane” oluyor yani otobanda “bisiklet şeridi”. Hey yumurtaya can veren allahım bugünleri de gördük ya şükür diyorum :) Yokuşlardan ine çıka Gainesville’e varıyorum. Atıyorum kendimi McDonalds’a (evet yaa mekdonalds yannış duymadınız) ısmarlıyorum bi buzlu kahve bir de balık burger. Saat 16:30, 7.5 saatte 41 mil kendimi tebrik ediyorum ve Julie’yi arıyorum.

Stephanie ve Julie iki harika kadın ve süper bir çift. Evlerinde huzur var, yeminle bir yere gitmek istemiyorum. Bu arada Halloween yani Cadılar Bayramı yaklaşıyor. Bu seneki tema hollywood olduğundan Stephanie – Cher, Julie – Bono olacak. Julie “gitme kal sen de Chastity olursun (chaz bono)” diyor. Gülüşmeler, espriler, komiklikler.

11 senedir beraberler, çok ciciler ve uyumlular ve de inanılmaz misafirperverler. Pazar günü evlerine geldim. Geliş o geliş neredeyse 1 hafta misafir ettiler. Melinda, bir başka arkadaşları onlardan iyi olmasın o da süper bir kadın. Üç çocuğu var pırıl pırıl (böyle çocukları gördükçe insanların neden çocuk yaptıklarını sanırım biraz olsun anlıyorum). Bir akşam da ona misafir oldum. Kedilerini sevdim.

Pazartesi Free Bike Repair’de Ryan gidonda bir takım ayarlamalar yapmıştı, “rahat edemezsen Bike’s and More adlı dükkana git orada Chandler’ı bul o mutlaka eline bir çözüm bulur” dedi. “Bir de çarşamba günleri meydanda bedava bisiklet tamiri ve öğrenimi var orası daha az kalabalık oluyor oraya gelirsen lastik takıp çıkarmayı öğretebilirim” diye ekledi. Evet yanlış duymadınız lastik değiştirmeyi bilmeden yola çıktım. Teoride bilmek başka eline alıp yapmak başka tabii :)

Bike’s and More’a uğradık Chandler yoktu ama sahibi Keith vardı. Çarşamba’ya bisiklet ayarlamaları için saat 16:00’ya randevu verdi. Yaklaşık 1 saatlik bir iş. Çarşamba kızların işi olduğundan Melinda beni Gainesville’e götürdü, sağolsun sıkılmadan bekledi. Sonra beraber hem köylü pazarının kurulduğu hem de bedava bisiklet tamiri öğreneceğim alana geçtik.

Dün yakın şehir High Springs’e gittim, kütüphanede takıldım. Bir önceki gün bisikletin ayarları yapılmıştı ve bugün deneme turundaydım. Şimdi bileğimden ve avucumdan ziyade işaret ve başparmağımın arasına yük biniyordu ve sanırım doğru pozisyon buydu. Hala elimde his kaybı var ve küçük parmağım hafifçe kıvrık kaldı (kırık değil olsa acırdı di mi acımıyor çünkü).

Yine yola çıkma zamanı geldi. Önce Kathy, şimdi Julie ve Steph evren kanatsız melekleriyle beni korumaya devam ediyor. Her zaman kalbimde yerleri apayrı olacak.

8 Comments

  1. Slm yazınızı okuduğum sırada iş için Seminole,TX taydım. Bir an için “olamaz buraya ne zaman geldi diye düşündüm:)”
    Güzel ve akıcı yazmışsınız. Keyifle okudum. Bundan sonra da takip etmeye devam edeceğim.
    İyi pedallamalar diliyorum.

  2. Bense henüz başladım sizi ve de yazılarınızı takip etmeye .. Büyük bir keyifle ve de imrenerek okuyorum:) Takip ettiğim diğer turcu arkadaşların ki gibi sizin gözlem ve de aktarımlarınız da ilgi ve dikkat çekici. Lastik söküp çıkarmayı yolda ögrenmemiz beni dumura uğratti:)))

  3. Özgürlük işte bu kadar kolay…İmreniyorum size…biz kurtulamadık hayat denen esaretten.Umarım bizde sizin gibi bir gün böyle düşeriz yollara…

Leave a Reply to Ömer AYDOĞAN Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *