Fransız turcu Ben ile bir perşembe sabahı düştük yollara. Epey özlemişim bisiklete binmeyi bir ay ara verince insan bir tuhaf hissediyor belki de ondan sebep ilk gelen bisikletlinin peşine takıldım kim bilir.
Pasifik sahilinde pedallamak hiç kolay değil; sanılanın aksine yollar da dümdüz değil, epey rampa var. Sahildeki kasabalara ulaşmak için ekstra 20-30 km yol yapmayı da göze almak şart. İlk durağımız Mazunte!
Yol inşaatından sebep her yer delik deşik bir de yolu kapatmışlar epey bir dolaşmamız gerekti ama sahile yakın bir alanda öğlen yemeğimizi yiyecek bir alan bulduk. Tekrar inşaat alanına dalıp Kaplumbağa Müzesini ziyaret ettik.
Bildiğin gibi değil Meksika’da bir sürü deniz ve kara kaplumbağası var. Ama keratalar çok hızlı, fotoğraf çekeceğim diye telef oldum.
Müzenin dışındaki havuzda tepsi görünümünde bir deniz kaplumbağasıYol arkadaşım Ben.
Şu yukarıdaki maket kaplumbağanın da orjinalini görsem çok sevineceğim.
Mazunte’den ayrılıp yandaki koya devam ederken bu iki motosikletli deli bizi köşede yakalayıp durudurdu. Neden deli dediğime gelince arkadaşlardan biri Irak’lı silah bırakan askerlerden, diğeri ise İsrail’li oyuncu ve otorsıkletlı gezgin. Puerto Angel’de tanışıp arkadaş olmuşlar. Motorsiklette yazan cümle hepimizin arzusu “NO KILL, NO MORE” (öldürmek yok artık – maalesef türkçesi bu kadar vurucu olmuyor).
Burası Zipolite Sahilindeki meşhur çıplaklar plajı manzaralı kamp alanımız! Çıplak olmanız gerekmiyor, ister çıplak ister mayolu herkese açık :)
Zipolite Sahili girişindeki harika duvar resimleri!
Ertesi gün yine erkenden yola çıkıp Puerto Angel kasabasına yolda tanıştığımız dostları görmek ve beraber kahvaltı etmek için uğradık.
Puerto Angel koyundan manzaralar. Kahvaltılık çöreğimizi yiyip kahvelerimizi içerken bir yandan da balıktan dönenleri fotoğrafladım.
Dostlarımıza veda edip yola koyulduk. Huatulco Ulusal Parkını geçtikten sonra La Crucecita isimli epey gösterişli otellerin bulunduğu minik kasabada yiyecek bir şeyler almak için durduk. Hızlarımız birbirine denk düşmediğinden Ben ile yolları ayırmaya karar verdik. Buralarda neden hiç fotoğraf çekmemişim bilemiyorum. Kamp yapmak için plajı bulana kadar epey sıkıntı çektim ama değdi; şahane bir plaj buldum. Tuvaletlerin yanındaki polise de kamp yapacağımı söyledim el işaretiyle olur olur deyip telsizle konuşmaya devam etti. Bisikleti kumda itme faslından sonra gayet güzel bir kamp yeri seçtim. Geri dönüşüm için yapılan sabit çöp kutularının demirine de bisikleti kilitleyecektim. Tam çadırı kurarken uzaktan bir grup polis geldi. Yok efendim burda cigara içiyorlarmış da şöyleymiş böyleymiş anlaşamadık bir türlü resmen gitmemi istediler. Söylene söylene kampı topladım. Bisikletle yola çıkana kadar karanlık olmuştu. Diğer plaja doğru pedallarken bir grup taksici ile konuşup derdimi anlatmaya çalıştım. Para herkesi şımarık yapıyor maalesef. Otelde kalsana ilk gelen çözüm önerisiydi. Israrla otelde kalmak istemediğimi bedava ve güvenli kamp atabileceğim bir yer olup olmadığını öğrenmeye çalıştım. Neyse çabalarım sonuç verdi 8 km ilerde Tangolunda Plajında halka açık plaj ve kamp alanı varmış. Polislerin ve de taksicilerin genelinin vurdum duymazlığı yüzünden akşam saat 8:00 de hala pedallıyordum. Bu yetmezmiş gibi bir de peşime arabayla takılmasınlar mı? İyice yavaş sürerek ilk kırmızı ışıkta geçip istenmeyen hayranlarımı geride bıraktım. Bu sefer de gecenin karanlığında demire vuran bir zincir sesi gelmeye başladı. Etrafı dikkatle incelerken karanlığın içinde ışıksız giden başka bir bisikletli gördüm. Gideceğim yeri söyleyince bulmama yardım etti. Aslında sahile inmeye çalışırken önünden geçtiğim ama kamp alanının tabelası olmadığı için zengin oteller bölgesidir diye girmediğim sokaktaymış.
Parkta benden başka bir de köpekleriyle gezen Arjantinli bir çift vardı. Çadırımı kurup doğruca duşlara seyirttim ki duşlar bildiğin yazlıkçı duşu :) ne kapısı var ne ışığı :) neyse ki uzunca bir duvarla kamp alanından ayrılıyor. Tam duştan çıktım az ötedeki çöplerden gelen fışır fışır seslerin geldiği tarafa bir baktım, parlak parlak gözler kafa fenerini bir yaktım ki muhtemelen amerika kıtasında gördüğüm en çirkin rakunlar. Belli insandan filan pek korkuları yoktu ben de fazla elleşmeden hemen kamp alanına uzadım. Çamaşırlarımı asarken Katie ve Bill’in armağan ettiği güzelim çamaşır ipimi koparmayı başardım ama tamir edilmeyecek bir şey değildi. Çamaşır ipinin parçalarını çantaya atıp eşyalarımı dallara astım. Arjantli çift boş yere uğraşma bizim makarna hepimize yeter diyerek beni yemeğe davet edince ikiletmeden hemen yerimi aldım. Bu arada parkta ödeme yapacak kimse yoktu sabah erkenden yola çıkınca kamp alanı bedavaya geldi. Bomboş süper asfalt bir yoldan 200 nolu karayoluna çıkış işaretlerini takip ederek ilerledim. İkinci durağım kamp alanı yakınmış gibi tabelası olan Rio Seco isimli köydü. Tam karar veremeyince köyün içinde bir tur attım. Bir zamanlar havalı, turistik bir yermiş ve bir şekilde gözden düşmüş sanırım. Kullanılmayan eski ve boş internet kafe ve başka dükkanlar dikkatimi çekti. Sonra köyün salak köpekleri beni kovalamaya karar verdiler. Tam kurtuldum derken irice olan gelip zınk diye bisikletin önünde durunca kumda kayıp düştüm. Tişörtümün dirseği sürtünmeden dolayı yırtılmış, dirseğim de açılmış kanıyordu. Köylülerinse dünya umurlarında değildi. Artık istesem de buradan başka yere gitme şansım pek kalmamıştı. Kamp alanı filan sorarken yine kumda bisikleti itmem gerekti. Söylene söylene plaja vardım. Plajdaki restoran kapalı olmasına rağmen burada kamp atabilirdim. Tuvalet ve duş açıktı ve su da vardı.
Sahile inen bir çift gel sahile bak istersen dediklerinde nasılsa buradan kimse bisikletimi çalamaz diye düşündüm ve bisikleti bırakıp sahile indim. Dev dalgaların uğuldadığı muhteşem ama bir o kadar da hüzünlü bir sahildi. İlk kez kendimi çok ama çok yalnız hissettim.
Meksika’da deniz kaplumbağası yumurtası yasak olmasına rağmen özel yiyecek ‘delicacy – producto raro’. Burada bir gözlem evi ve koruma alanı olduğundan bu yavrucanlar sanırım kendi kendilerine kabuklarından sıyrılıp okyanusa açılmışlar.
Burası gece yattığım palapa’dan (deniz kenarındaki lokantalara verilen isim) gün doğumu. Akşam üzeri oh burada da hamak var çadırı açmasam derken sırtında “machete” (pala) ile atlı gencecik bir “caballero” geldi. Ardından da epey yaşlı bir atlı daha. Başta biraz tuhaf oldu tabii hem onlar, hem benim için ama sonuçta birbirimiz için zararsızdık. Duşa girip kolumu temizledim. Uyku tulumuna yapışmasın diye de sargı beziyle kapattım. Sahilde başıboş koşturan köpek sürüsünün sesleriyle, tuhaf, karmakarışık rüyalarla dolu rahatsız bir gece geçirdim.
Sabah erkenden yola koyuldum mola verdiğim yol üzeri lokantasında yine bir yenmesi yasak “delicacy” ama meksikalıların bayıldığı iguana :(
Salina Cruz istikametinde 200 nolu karayolunda harika bir manzara :) Rampaları neden sevdiğimi biraz olsun anlatabilir belki!
Salina Cruz’a varmadan yol üzerindeki kasaba El Morro Mazatan’da kalmaya ve sabah erkenden Salina Cruz’a uğramadan otobandan devam etmeye karar verdim. Sabah ise kararım azıcık kararsızlığa dönüştü. Bir yanım ya kaçırdığım bir şey varsa derken, diğer yanım şehirlerden uzak durmak yönündeydi. En sonunda otobana girip Ixtepec istikametinde pedallamaya devam ettim. Bu arada havanın sıcaklığı değişmeye, tam karşımdan esen rüzgar hızını artırmaya başladı.
Otobanın bir kısmı sanırım selden dolayı yıkılmış yerine yenisi yapılmış ve yıkılan kısım trafiğe kapatılmış.Bu ağacı ilk kez Chapala taraflarında görmüştüm. Pamuk gibi çiçekleri var!
Tehuantepec’te yol üstü lokantasında hamak keyfi! Lokanta sahibi beni görür görmez siparişin hazır olana kadar hamakta yatıp dinlenebilirsin dedi :)
Ixtepec Pemex benzin istasyonu bedava kamp alanım oldu. Yine aman çadırını yeşilliğe kurma yılan var diye beton yer göstermelerine rağmen yeşilliğe kurdum o sese gürültüye yılan mı kalır!
Bu yolu nasıl geçtiğimi bir ben bilirim bir de bu yol bilir a dostlar! Rüzgar kuzeyden ve doğudan yani bu fotoğrafa göre solumdan ve kafadan esiyordu. Kesik kesik estiği için Teksas’ta yaptığım gibi rüzgara yata yata gitmem imkansızdı. İki kere rüzgarın şiddetiyle yolun dışına sürüklendim. Otobanda sağa dönüş ile La Ventosa kasabasına ulaşılıyordu. Rüzgar ile mücadele etmeye çalıştım ama dümdüz gitmem neredeyse imkansızdı. Bu arada Teksas’tan beri kaskımı süsleyen muhteşem Kızıl Şahin tüylerim bile şiddetli rüzgara dayanamayıp uçup gözden kayboldu. Kendimi daha fazla tehlikeye atamadım ve rüzgarın beni La Ventosa’ya sürmesine izin verdim. Burada yine yardımcı olan kasabalı biri sayesinde otobüs bulabileceğim bir yerde beklemeye başladım. Bisikletimi ilk kabul eden otobüs ile Arriaga’ya ulaştım. Nispeten daha büyük bir şehirdi ancak rüzgar hızını kesmeden devam ediyordu. Bir kaç başarısız denemeden sonra bu rüzgarda binmenin tehlikeli olacağına karar verip kalacak yer bakmaya başladım. Yine şansıma eski ama bir o kadar da sevimli bir otele kapağı attım.
Rüzgar, güneş ve köpekler ile bisiklete binmek adlı oto portre çalışmam! Kısa süreli retina yanmasına sebep olabilir uzun süre bakmayın :)
Ertesi günde rüzgar olanca hızıyla devam edip yine beni yolun dışına itince çaresiz yine otobüse binip Chiapas eyaletinin başkenti Tuxtla Guitterez’e gittim. Burada couch surfing sitesinden beni misafir edecek birini bulduğuma sevinirken, bir anda mesaj atıp işinin çıktığını söyleyince Hostel Tres Central’de geceyi geçirmeye karar verdim. Hostele giriş yaptığım sırada Ben ile karşılaştım. Yüzündeki şaşkınlık epey komikti :) “Merak etme buraya kadar otobüsle geldim, hala benden hızlısın!” dedim. Ben; Salina Cruz üzerinden gelmiş hemen hemen benzer noktalarda rüzgardan bisiklete binemediği ve itmek zorunda kaldığı yerler olmuş. Ertesi gün beraber San Cristobal de Las Casas’a gitmeye karar verdik.
Odalarının haricinde en güzel mekan hostelin terasıydı. Henüz her şey tam kapasite çalışmadığı halde bize kocaman kahve makinasını bile ödünç verdiler :)Tuxtla diğer şehirlere oranla kolonyal olmayan bir şehir ve yeni olmasına rağmen muazzam Sumidero Kanyonuna çok yakın. Bu kanyonun özelliği; ABD’de bulunan Grand Kanyon ile aynı zamanda oluşması ve duvarlarının yüksekliğinin 3000 metreyi bulması. Maalesef kanyon yolun diğer tarafında kaldığından Sumidero Kanyonunu oluşturan Grijalva Nehrinin fotoğrafıyla idare edin şimdilik, en kısa zamanda kanyonundan fotoğraflarla döneceğim.
La Pila Fountain – Chiapa de CorzoThe Chiapa Pochota Tree – Chiapa de Corzo
Öğlen molasını yolumuzun üzerindeki Chorreadero şelalesinde verdik.
Cascada el Chorreadeo – Chiapa de CorzoŞelalenin bulunduğu alandaki ilginç gövdeli bir ağaç.
Böcekbilimciler bi baksın lütfen! Şelalenin orada ilk kez böylesine değişik bir karınca gördüm. Kıçı altın gibi parlıyordu. Şelalede serinleyip, güneşte kururken oturup yuvalarına arı ölüsünü taşımaya çalışan karıncaları seyrettim.
Saat 2:00 gibi sanırım yola döküldük. En azından 40-50 kilometre sonra yol üzerinde dükkanlar olduğunu öğrenince şelale’nin oradaki kazıkçı dükkandan alışveriş etmemeye karar verdik. Her zamanki gibi Ben yine alıp başını gözden kayboldu :( bu fotoğrafı çektiğimde suyum bitmişti ve saat sanırım 5:00 civarıydı. En yakın köyde mola vermem gerekiyordu ancak ilk köyün girişinde 5 km tabelasını görünce vazgeçip yoluma devam ettim artık hava kararmıştı. Bisiklet ışıklarını taktım. Yola daha yakın bir köyün ışıklarını ve müzik sesini duyunca biraz olsun içim rahatladı. Hemen köye yöbeldim. İlk sorduğum dükkan beni biraz daha ileriye gönderdi. İkinci dükkanı iki genç kız işlettiğinden sanırım köyün tüm gençleri dükkanın önüne tolanmış gazoz içip sohbet ediyorlardı. Köye gelen yabancıyla da biraz dalga geçmiş olabilirler :) 3 litre su ve Marie Antoniette kardeşimin lafına ithafen kocaman cevizli bir kek aldım. Dükkanı işleten kıza kamp atacak yer sorduğumda “Diğer dükkana gidelim belki orada kamp atabilirsin” deyip bana eşlik etti. Ancak diğer dükkanın sahibi yaşlıca kadıncağız epey sert bir ifadeyle kalamaycağımı söyleyince bana eşlik eden kıza teşekkür edip mecbur ağır ağır köyün dışına doğru devam ettim. Köyün girişindeki otobüs durağında mı yatsam, yoksa ilerdeki beyaz ev kullanılmıyor gibiydi onun arkasına mı dolansam diye düşünürken köyün köpekleri başladılar havlamaya. Ulan tam da siz eksiktiniz derken köyün girişine yakın evlerden birinden köpekleri susturmak için bir adam çıktı. Aman dedim ne kaybederim şu adama bir sorayım belki bahçede yatmama izin verir.
Gerizekanın başkanı gibi yetersiz su ve yiyecekle kendimi zor durumda bırakmıştım. Neyse ki etrafta güzel insanlar vardı. Yukarısı gece kamp attığım bahçenin sabah ayrılmadan önce çektiğim fotoğrafı. Akşam akşam çadırımı kurarken evin hanımı “café de olla” yani tarçınlı kahve ve yuvarlak tatlı ev emeği getirince “yok artık” diye gözyaşlarımı tutamadım. Kafa fenerimi söndürmeyi unuttuğumdan ne yazıkki canı gönülden kucaklayamadım kim bilir belki de korkuttum kadıncağızı :(
Kümesleri olmadığı için bütün gece yanı başımdaki çite tüneyip bık bık bık diye kafamı ütüleyen tavuk ve benden korumaya çalıştığı civcivleri :)
Yolda yine yakaladığım Ben meğerse o 5 km içerideki köyde kalmış. Köy okulunda yatmasına izin vermişler ama su bulamadığı için gazoz içmek zorunda kalmış. San Cristobal de las Casas’a yaklaştıkça insan kalabalığı artmaya başladı. “Semana Santa” yani Kutsal Hafta olduğundan herkes akın akın şehre iniyordu. Yine Ben basıp uzayınca maalesef bu ilginçliğin de ancak fotoğrafını çekebildim. Sirklerde millete teşhir edilen hilkat garibelerinin bittiğini sanırdım :/
En sevdiğim sokak sanatı – graffiti :) Meksika bu konuda hem yetenekli hem de neredeyse her sokakta bulmak mümkün.
Kalacak yer bulmak için san Cristobal meydanında dolanıyoruz. Bugün Cuma olması nedeniyle Kutsal Hafta ile ilgili törenler/kutlamalar ana meydandaki katedralde yapıldığından inanılmaz bir kalabalık var. Ayrıca hükümet ve dış politikayla alakalı bir takım eleştirilerin maketleri de belediye binasının bahçesinde teşhir edilmekteydi. Biraz da halk pazarının kıyısından köşesinden dolandık. Mevsimlik salyangozlar!
Kadınların eteğinden, kemerine, omuzlarına bağladıkları şallarına kadar herşey rengarenk işlenmişti. Tüm bu işlemeler, renkler ve motifler topluluklara göre değişim gösteriyordu.
Sonunda kalacağımız yeri bulduk El Hostalito! Hostelde bir geceden fazla kalan tur bisikletçileri bir gece bedava konaklayabiliyorlardı. Bu kadar bisiklet dostu olmasının nedeni San Cristobal’de Pura Bici’nin sahibi ile eski işletmeci ortaklarmış ve girişte bisiklet kiralama ve tamiri de yapıyorlarmış. Daha sonra işletmeci dükkanı Nancy’nin yeğenine devretmiş. Nancy’nin yeğeni de hosteli halasına bırakıp ABD’ye geri dönmüş.
Ertesi gün San Cristobal’i gezmeye ve dinlenmeye karar verdik. Iglesia del Cerrillo – El Cerrillo KilisesiIglesia de Caridad Pozol negro nefis! mısır ve kakao ile hazırlanmış soğuk bir içecek.
Dönüp dolaşıp hostele geri geldik. Burası hostelin minik arka bahçesi. Hostelin terasından gün batımında Iglesia de Guadalupe.Chiapas’ta en çok konuşulan diller Tzotzil ve Tzeltal. Hostelin arka bahçesinde duvarda ispanyolca karşılıkları ile ufak bir de liste vardı.
Bu arada bu Kutsal Hafta sanırım diğer Hıristiyanlar Easter/Paskalya olarak kutluyorlar. Hostelde kalan tüm misafirler ve hostelin işletmecisi Nancy ile beraber yumurta boyadık.
Ertesi gün Ben ile beraber bisikletlere atlayıp doğruca yakın köylere pedalladık. İlk durağımız Zinacantan’dan manzaralar.
İkinci durağımız ise San Juan Chamula! Zinacantan’da pazar yeri neredeyse bomoştu oysa Chamula’da iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı!Bu kilise Cahmula’nın meşhur kilisesi. İçeride fotoğraf çekmek yasak cezası büyük ayrıca saygısızlık olarak kabul edildiği için ancak alttaki kareyi kilise bahçesinde çekebildim.
Kilisenin içinde yerler çam iğneleriyle, çiçeklikler taze çiçek dolu. Yoğun tütsü kokusu ve dumanından biraz daralır gibi oldum ama değişik bir deneyimdi. Burası katolik kilisesi gibi görünse de mayaların kendi ibadetlerini ve kültürlerini devam ettirdikleri kutsal bir mekandı. Sıkıntının, hastalığın çeşidine göre değişik renklerde mumların yakıldığı ve tavuk kurban edilen bir yer! Kiliseden sorumlu kişi olmak müthiş prestijli bir durum ancak o yerlere serilen çam iğneleri, çiçekler, mumlar vs hepsini satın almak demek ayrıca evini de aynı şekilde süslemen gerektiğinden inanılmaz masraflı bir durum. İnsanlar bu konuma seçildiklerinde masrafların altından kalkabilme için 15-20 yıl çalışıp para biriktiyorlar.
Kilise’nin dışında gölgelikte oturup dondurmalarımızı miğdeye indirirken etrafı seyrettik.
Ben’in ben tuvaletteyken fotoğraf makinama bıraktığı son hatıra :)
Bisiklet tamircisi ve berber! ikisi bir arada, gayet mantıklı :)Templo de Santo Domingo de Guzmán – San Cristobal de las Casas sanatçılar çarşısındaki kiliselerden en büyüğü
San Cristobal’e geri dönünce “Museo de Medicina Maya” yani Maya İlaç Müzesini ziyaret ettik. En faydalı bilginin de fotoğrafını çekmeden olmazdı :) Türkçe tercümesi şöyle; Siyah Örümcek, Tıbbi kullanımı: Testis inflamasyonu, Kullanılan Kısım: Dişler. Bu iyiliğimi de unutmayın!
Gün batışının en güzeli San Cristobal’de kuşkusuz Guadalupe Kilisesinin bulunduğu tepeden izlenir. Ertesi gün San Cristobal’den ayrılacağımız için günü batırmak üzere tuttuk kilisenin yolunu :)
San Cristobal De Las Casas, Maya dilinde ‘Jovel’ şehrinde gün batışı :)
1 Nisan 2013 sabahı yola çıktık. Hedefimiz Ocosingo’ya varmaktı. Yolda hızlarımız birbirine denk düşmediğinden ayrıldık. Yaklaşık 1 saat sonra yokuş aşağı inerken dönemeçten sonra hız tümseği yoktur diye frenleri bıraktım ve hız tümseğinden dolayı dengemi kaybedip düşüp omzumu kırdım. Hastaneden sonra dönebileceğim tek yer El Hostalito idi. Nancy sağ olsun iki hafta boyunca duş almam için tişörtümü çıkarmama, kolumun askısını takmama hep yardım etti. İki ay boyunca minik bir aile olduk.
Şu an hala omzumu tam kullanamıyorum. MR sonuçlarına göre ameliyata gerek yok ancak en az 3 ay daha egzersizlerime devam etmem gerekiyor.
Elifcim sanada böyle bir gezi yakışırdı:) istediğin geziyi yapmana çok sevindim ve cesaretine hayranım. Kolay gelsin sevgili arkadaşım:)
Sağ olasın Muammerciğim! Darısı hepimizin başına, hayallerimiz olmadan olmaz :)