Tula de Allende’den yola geç çıkınca ancak 18 kilometre gidip Tepeji del Río de Ocampo’da Motel Queen’de konakladık.
Ertesi gün hedefimiz D.F’ye ulaşmaktı. Henüz merkeze daha kilometreler varken MEX57D’de trafik agresifleşmeye, yol ise katlı, viyadüklü filan koca bir otobana, kısacası her şey biraz kabusa dönüşmeye başlayınca yoldan çıkıp yeni yapılmakta olan alışveriş merkezine girdik. Amacımız bir şekilde otobandan ve hızlı akan trafikten kurtulup ara yollardan şehir merkezine varmaktı. Sorduk soruşturduk çaresiz MEX57D’yi takip ederek D.F.’nin eteklerindeki Valle Dorado’da interneti olan bir caféde mola vermeye karar verdik. Böylece Bisikletliler Derneği Başkanı Murat Suyabatmaz sayesinde sosyal ağda beni bulan müthiş bisikletçi Isabel León ile konuşup, şehir merkezinde buluşabilecektik.
D.F. şu ana kadar İstanbul ile karşılaştırabileceğim yegane şehir. Apartmanlar, trafik ve insan seli. Yüzölçümü olarak İstanbul’un 5’te 1’inden az biraz daha büyük olması ile nüfus yoğunluğunda İstanbul’un önüne geçerek dünyanın en kalabalık 3. şehri olarak ipi gögüslüyor.
Trafikte ve karışık yollarda gayet güzel şehir merkezine Isabel ile buluşma noktamıza gitmeye çalışırken yanlış yönlendirme yüzünden neredeyse başladığımız noktaya geir döndük. Sinirlerimiz yıpranmış hava karamaya yüz tutmuştu. Pemex istasyonunda Isabel’e yetişemeyeceğimizi havanın karardığını anlatmaya çalıştım. Benzin alan bir taksiciye “abi bizi falanca adrese götürü müsün? yavaş sür biz seni takip edeceğiz. kaça gidersin?” diye soruları peşpeşe sıralayıp oluru alınca sevinçle Bill ve Katie’nin yanına koştum. Tam taksiyi takip etmeye başlamıştık ki lastiğimin indiğini ve jantta bedalladığımı fark ettim. Nasılsın D.F. ben de tanıştığıma memnun oldum, keşke tekerimi patlatmasaydın, ilk tanışmada nazik olaydın. (kız Hanife koş koş deli bu ayol yine kendi kendine konuşmaya başladı)
Neyse bisikletten çantaları alelacele taksinin arka koltuğuna tıktık. Bill “merak etme hiç bir şey olmayacak” diye yatıştırıp bisikletimi arka tekerleğinden doğru bagaja yerleştirdikten sonra ön tekeri de söküp bagaja yükledi. Katie ve Bill ben takside yola devam ettik. Doğruca Terri’nin evine gidecektik ve Isabel’le orada buluşacaktık. Meksika İspanyolcası el kitabımı açıp “yavaş sür kaptan, arkadaşlar arkada telef olmasın!”dedim :)
Ignacio, Isabel’in arkadaşı ve www.labicicleta.org isimli bisiklet haberleri yapan bir internet sitesinde editör. Ayağımızın tozuyla bizimle ropörtaj bile yaptı. Arada pek çok şey “lost in translation” olsa da ropörtaj burada!
soldan sağa Bill, Katie, Isabel, ben ve Ignacio
çok pahalıydı Frida Müzesi gidemedim :(
Isabel León tanıdığım en güçlü, en candan, en süpersonik insanlardan biri :) 17 yaşından beri hem ülke içinde hem dışında yarışıyor. Panamericano master kategorisinde 7 madalyası olan şahane bir kadın. Hemen hergün kapalı salonda öğrencileriyle 70-80 km antreman yaptığı yetmezmiş gibi bir de bizimle şehir içinde pedalladı. Sayesinde D.F.’te Meksika usûlü bisiklete binerek çok şey öğrendik. Her büyük şehir gibi trafik korkunç ama İstanbul’dan farkı bisiklete ve bisikletliye alışıklar. Şehrin tamamını kapsamasa bile bisiklet için ayrılmış şeritler var. Ayrıca dikkatli olmak şartıyla metrobüs hattına girip rahat rahat bisiklete binmeniz mümkün. Ah bir de çoksüper metroları var; sadece 3 MXN’e (1 TL’den az) şehrin en uzak köşelerine ulaşabiliyorsunuz.
Pozole verdure – sebze çorbası (çorba deyip geçmeyin pozole Meksika’ya has çok lezzetli bir çorba)
Michelada çeşitli baharatların misket limonu suyuyla ve birayla karıştırılmasıyla elde edilen bir çeşit meksika birası :) kenarı kırmızı pul biber ve tuzla kaplı ve soğutulmuş bardakla sunuluyor genelde. Yol kenarında üzerine misket limonu suyu ve pul biber ekip yemelere doyamadığım meyvelerle acıya usul usul alıştım, sıra biraya geldi.
Şimdi bilenler biliyor “habanero” isimli bir sos var ismini amazonlarda yetişen acı biberden alıyor. Genelde masaya gelen sosların arasında en küçük kapta sunulan habanero sosuymuş acı yoldan öğrendim :( Baktım rengi az kırmızı kesin fasulyeli filan bir sostur dedim içimden, yukarıda gördüğün tatlı kaşığı dolusu sosu bir güzel tortillama (mısır unundan yapılma küçük yufka ekmeği) sürüp dürüm yapıp yedim. Gözlerimden şıpır şıpır yaşlar akmaya başladı ve tat memeciklerim birer birer ölürken ağzımın koca evrende yitip gitmesine mani olamadım. Ağzımı alev alev yanarak dudaklarım takip etti. Sanırım yarım saat kadar filan yediğim hiçbirşeyin tadını alamamışımdır. Kısaca böyle acı yok kardeşim! Biberlerin acılığıyla ilgili ölçümlerde Scoville cetvelinde 100.000 3500.000 aralığı ile biber gazından sonra 3. sırada yer alıyormuş az önce baktım o_O
Evet insan bisiklete binice ne olur tabii ki yorulur, sarf edilen enerjinin yerine konması için de yemek yemek gerekir. La casa de Toño insanların kapısında kuyruk olduğu, fiyatları orta karar (çok ucuz değil) yemekleri 10 numara bir lokanta. Tat hücrelerim kendilerine gelir gelmez Flan de la Abuela ile ziyafete nokta koydum – şimdilik.
D.F.’de trafik lambalarında araçların camlarını temizleme, bir şeyler satma olayını aşmışlar arkadaş! Her kırmızı ışıkta farklı gruplardan farklı gösteri izlemek mümkün.
En sevdiğimiz şey sabah kahvesi ve yanında küçük tatlı bir şeyler :)
İşte o bahsettiğim “küçük tatlı şeyler”
Terri’nin evine çok yakın harika bir kitapçı, ferah feza kafeteryalı filan çogzel bir kitapçıydı ama aradığımız cep kitapları yoktu maalesef.Cheri’nin hazırladığı rotada Mexico City yoktu. Yolda hemen herkes bize işaret parmaklarıyla şakaklarının hizasında daire çizerek “loco” dese de Mexico City yani D.F.’e gelmekle ne iyi ettik. Isabel ile tanışmak ve Terri ile yeniden buluşmak praylis listesine girer bence.
Bu arada Teotihuacan isimli D.F.’in kuzeydoğusunda yeralan küçük şehre otobüs ile gitmeye karar verdik. Burada piramitlerin bulunduğu alan oldukça büyükmüş ve ortalama 3-4 saatinizi ayırmanız gerekiyor. Otobüsle gitmek büyük isabet. Bisikletle gidecekseniz D.F.’de yapılacak, görülecek işiniz kalmayacak şekilde hazırlanıp Teotihuacan’a öyle gidin derim.
Şehirlerarası otobüs terminalinden manzaralar – Chihuahuenses bir tek bana mı tanıdık geldi :)Chili biberi, jalapeno biberi yediklerinden Meksika’da karabiber kültürü pek yok ama karabiber ağacı var! Teotihuacan arkeolojik bölgesinden manzaralar ile devam! Nasıl bir arkeolojik yapı merak edenler için wikipedia’dan gelsin!
Meşhur “Avenue of Death” yani ölüm yolu. 40 metre genişliğinde ve kuzeyden güneye 5 kilometre uzunluğunda!
Tanımadığım insanların fotoğraflarını çekmeye bayılıyorum :) Ay Piramidinden önümüzde uzanan Ölüm yolu ve solda Güneş Piramidi.
“Anytime is coffee time” ile grubuzun mottosunu belirleyen The Italian Coffee Company’ye buradan el sallıyorum, kahveler ve sandviçler çogzel!
La Condesa mahallesinde halk pazarından manzaralar biz Türklere pek yabancı değil :) Saçlarımız uzamıştı ve kesilmesi gerekiyordu, kuaför akademisinde Katie ingilizce bilen akademinin sahibine nasıl bir model istediğini anlatıyor. Hemen arkadaki hanımların ikisi de öğretmen. Dolayısıyla Katie 8 MXN ödedi.
Oysa benim saçımı kesen öğrenci dolayısıyla benim olayım “gratis” yani bedava! Saçlarımızı kestirdikten sonra yine Isabel ile buluşup şehrin tarihi kısmına pedalladık. Ghandi D.F.’de bulabileceğiniz özellikle cep kitabı, sözlük, ingilizce açıklamalı dilbilgisi kitabı bulabileceğiniz en büyük kitapçılardan biri!
Bu arada 3-4 kızın elini aynı anda tutmak için biraz makyaj yapmanız ve etek giymeniz gerek olmadı bunları yapan arkadaşınızı yanınıza alsanız da olur :) Şehrin göbeğinde metro için kazı yapılırken bulunan arkeolojik bölge koruma altında. İspanyollar yıkamadıkları piramitlerin üzerini örtüp kilise yaparak tarihin ve tabii yerli halkın canına ot tıkamışlar :( 70’lerin sonu 80’lerin başında kazı çalışmaları başlatılmış ve halen devam ediyor.Tüyleri, dövmesi ve gülüşüne kurban, fotoğrafını çekmek için sanırım bir 15-20 dakika alana geri dönmesini bekledim. Yaklaşık 1-2 saat sonra modern kıyafetlerle ve elinde cep telefonuyla başka bir sokakta karşıma çıktığında hala yakışıklıydı. Olay tüylerde değilmiş :P
Nerede yemek yedik ismini unuttum ama Meksika’da zincir lokantalardan birisi. Fiyatları yüksek diyebilirim. Ancak mısır ekmeği, kaymak ve kahve prayslis listesine girdi bile! (işi gücü yeme içme, kesin götü büyümüştür) (yaaa kilo almadım yakıyorum ben yediklerimi)
D.F.’de 4 gün kaldık. Bu kadar kısa zaman tabii hiçbir şeye yetmedi. dolayısıyla müze filan gezemedik. 2 Şubat Cumartesi sabahı Cholula’ya gitmek üzere yola çıktık.
Terri ve Tobey! İstanbul’da aynı özel okulda beraber çalışmıştık. Terri’yi Meksika’ya yolculadığım zamanı hatırlıyorumda 2-3 sene önceymiş gibi geliyor ama 6 sene olmuş İstanbul’dan ayrılalı. Yıllar su gibi akıp gidiyor, biz ise ancak güzel anılar biriktirebiliyorsak şanslıyız demektir. Minik apartman dairesini bizimle paylaşan Terri birincilik teli almazsa ben de Elif değilim :)
D.F.’ten çıkışımız pek de kolay olmadı. Yine bir yerlerde bir dönüşü kaçırdık neyse ki yol sorduğumuz motorsikletli polislerden biri anlatmaktansa bize yol göstermeyi tercih etti. Bir şekilde Sur 6 isimli (diğer isimleri değiştiği için Sur 6 yani Güney 6) yola çıkıp sonrasında da bu yolu takip ederek Chalco de Díaz Covarrubias’a vardık.
Cholula ve Puebla sıradaki şehirler! Ve tabii bizi misafir eden, türkçe dahil bir kaç dil konuşan, bunun yanında bir kaç enstruman çalabilen Roberto ile tanıştıracağım sizleri.