İki gün Puebla’da Roberto’nun misafiri olduktan sonra 7 Şubat’ta Oaxaca de Juárez’e gitmek üzere yola çıktık. Mex 150D paralı yolunu (Puebla-Orizaba-Cordoba) kullanarak Tehuacán üzerinden Oaxaca’ya ulaşacaktık.
Bunu da gördüm! Otobanda türlü çeşit şeyin satılmasını normalde garipsemediğim halde yavru köpek satılmasına inanın anlam veremedim. Demek durup köpek yavrusu alan var, kimbilir.
Yine yol üzerinde Acatzingo’yu geçince, Quecholac isimli ilçeye bağlı Pemex isyasyonunun arkasındaki çayırlıkta kamp attık. Bu benzin istasyonlarının en güzel tarafı Italian Coffee Company isimli bir zincirin olmasıydı. Güzel kahve ve yanında wifi :) daha ne isteyebiliriz ki!
Tehuacan’dan tek hatıra peynir tadında bu meyve, lanches :)
Roberto çok büyük, nefis manzaralı bir köprüden geçeceğimizi söylemişti. Öğlen molasını burada verdik.
Hiç bitmeyecek gibiydi rampalar, Bill yolda bulduğu portakalları yokuş aşağı yuvarlayıp eğleniyordu. Benim de aklımdan geçmedi değil ancak ne duracak, ne de portakal yuvarlayacak ekstra enerjim vardı.
Katie, buradan sanırım bir 3-5 km ileriye kadar pedallayıp rampanın devamını görünce yarı yoldan Bill ile geri döndüler. Genelde tır sürücülerine hizmet veren bu küçük aile lpkantasında hem karnımızı doyurduk hem de yan tarafın kamp attık.
150D karayolu ve tüm ihtişamıyla Sierra Madre sıradağları
Bizi bahçelerinde misafir eden Carrasca Lopez ailesinin hem evi hem lokantasıBütün gün sokakta üst baş perişan kardeşinin peşinde koşturan Alejandro Antonia akşam yıkanıp, tertemiz giyinip, pırıl pırıl saçlarla bizimle sohbete geldi. Bill’in mini tablet ile çektiği fotoğraflara bakıp bakıp eğlendi. Hatta bir ara ağabeyinden fırsat bulup tableti ele geçirince o da Bill’in fotoğrafını çekti.
Gece uyuyacağız tam köpeklerden biri geldi, çadırın dibinde ölesiye havlıyor. Beş, on, yirmi dakika artık dayanamadım çadırın köşelerine koyduğum taşlardan birini fırlattım. Pişman değilim tamam mı! Bir yerine de gelmedi zaten ama en azından uzağa gitti. Sonra işemeye çıktım ki bir de ne göreyim! Simsiyah bişey, fener gibi gözler, kediden hallice bi şey ama emin değilim. Jaguar olsa şu an sanırım bu satırları yazıyor olamazdım. Gece işemek için fazla uzağa gitmeyin çocuğum, kedisi, köpeği, gece gezeni!
Ertesi gün yollara döküldük. Tam oh be yokuş aşağı derken yine başladık rampa tırmanmaya. Yukarıdaki fotoğraf kahvaltı için durduğumuz benzinci lokantasından. Bu hastası olduğum tahta heykeller Oaxaca yapımı. Meksika acayip renkli ve bir o kadar da çeşitliliği olan bir ülke. Kimi eyaletin dokuması, kiminin el işçiliği meşhur. Aslında bu meşhurluk ne kadar iyi, üreticisine ne kadar fayda sağlıyor onu da düşünmek lazım . Şile bezini övüp, başka da bi şey giymeyen Alman turist gibi hissediyorum bazen kendimi :(
Evet kıyafetler, elbiseler, bluzlar harika ve bunları yerli halk satıyor bu da güzel para üretenin cebine gidiyor. İyi de turist almazsa bu insancıklar ne yiyor ne içiyor. İki elbiseyle ay sonu gelir mi?
İşte böyle evladım bazen çok düşünüyorum, not al bundan sonra daha az düşünüp daha çok çiçek koklamaya karar verdim. Unutursam hatırlat. Yazdın mı çocuğuuum -Y-y-yazdım.
Yukarıdaki fotoğrafa öylesine bakıp geçme, altında oturanları tanı! (Sol viyadük köşesi gölge altı) Bill ve Katie bilmem kaçıncı rampanın sonunda, pedalladığımız paralı yolun üzerinden geçen viyadüğün gölgesinde beni bekliyorlar (Bunlar iyi günlerim, çok yavaşsın diye çemkiren bile oldu).
Paralı yolun solunda hemen viyadükten önce toprak sonrası da şose (toprak taş karşımı) bir yola girdik, kamp atacak bir alan bakarken ilerde bir köy görünce haydi madem köye gidelim dedik.
San Mateo Coyotepec köyün belediyesinin bitişiğinde ağaçlıklı filan park var. Kampı buraya atarız şeklinde yayıldık dinleniyoruz. Belediye görevlisi isterseniz belediye binasının olduğu yerekamp kurun dedi ama betonda yatmaktansa parkı tercih ettik. Önce köylüler selam verip geçti, sonra duyan geldi anacım. Sevimli insanlar ama tabii biraz fazla içtiler sanki ben de salak gibi çadırımı hemen duvar dibine kurmuştum. Neyse herkes dağıldı. Belediyenin tuvaletini kullanmaya gittik. Bu arada kimse dansetmese de belediye saat 19:00’dan beri gümbür gümbür müzik yayını yapıyor, sanırsın diskotekteyiz.
Çadırlara döndük, bişeyler yerleştiriyorum filan, kafamı bi çıkardım çadırın yanında duvarın ötesinde geniş hasır şapkalı bi nine. İrkildim ama belli etmedim. İspanyolca iyi geceler filan dedim. Cevap vermedi. İlerleyip parka girdi, süzülerek Bill ve Katie’nin çadırına doğru gözden kayboldu. Bill’e seslenip, şapkalı bi teyze sizin oralara geldi mi filan diyorum bu arada da kalbim ağzımda -yok dese, ben ne gördüm, evet dese sanki akıl sağlığım açısından daha iyi. Evet burada Katie kendisiyle konuşuyor ama cevap vermedi merak etme dedi. İçim rahatladı. On dakika sonra Bill benim çadıra gelip, çadırda mıyım diye kontrol etti. Sonradan söyledi bizim şapkalı teyze benim çadırın ucunda dikeliyormuş. Topluca histeri krizine girmedik çok şükür. Katie ve Bill’in çadırının oralardayken köyden bir genç teyzeyle konuşmuş o da cevap vermiş. Biraz İspanyolca çalıştıktan sonra teyze de canımı alacaksa alsın bu ne be deyip yattım uyudum. Şahane deliksiz bir uyku çektim, müziği erken kapasalardı iyi olacağıdı. (-Görüyosun di mi Ayfer, sonunda keçileri kaçırdı! – Seninki de laf sanki aklı vardı. Aklı olan evlenip çoluğa çocuğa karıştı be!)
San Mateo Coyotepec hatırası koyunlar eve dönerken
Heroica Puebla de Zaragoza’dan Oaxaca de Juárez’e yaklaşık 2700 km tırmanıp, 3300 km iniş yapmıştık.
Bu yukarıdaki fotoğrafın anlamı; Sierra Madre sıra dağları geride kaldı o/
Oaxaca oldukça büyük bir şehir ama bir o kadar güzel. Şehrin her yerine dikili ihtişamlı katedral ve kiliseleri saymıyorum. Kendine has bir albenisi bir ruhu var. Çok kalamadım ondan sebep üzüldüm, en az bir hafta kalmak isterdim ama tabii hostel fiyatları 150 peso olunca yola devam diyor insan. Bu arada Casa Angel Youth Hostel’de kaldım. Başta oha 150 peso derken kahvaltıyı görünce bu paraya değer dedim. Sınırsız kahve, portakal suyu, muz, mısır gevreği, iki adet isteğinize göre pişirilen yumurta, reçel, tereyağı, eppek :) Tur bisikletçisinin kalbine giden yol midesinden geçer!
Graffiti olsun, çıkartma olsun, stensil olsun hepsi canımdır!
Oaxaca City yollarında saçma sapan bir kum tepesini aşarken vites telimin gevşediğini fark ettim. Bill ile tam ayarlarken bir şekil teli kaçırdık (o orta göbeği açmayacaktık) neyse yerine yerleştirdik. Orta göbek vitesini değiştirmeme yarayan değiştirici biraz tuhaf çalışsa da idare ettim. İlk işim bisikleti gözden geçirecek birini bulmaktı. Orta vites index finger dediğimiz yöntemle çalışıyor. Klik filan diye bi ses gelmiyor. Aşağı indirince küçük dişliye, ortada olunca ortancaya ve yukarı kaldırınca da en büyük dişliye zincirin geçmesini sağlıyor. Yeri tam değilse zincirin demire sürtmesiyle oluşan sesten ayarlıyorsun.
Uzun lafın kısası ilk bisikletçi bir bisiklet dükkanıydı. Baktı baktı bir şey anlamadı. İyi bu dedi. İkincisinde Efrain, yukarıda dişleri telli kardeşim bi şeyler yaptı yapmasına ama vites değiştiriciyi oynatınca tamam dedim sen onu eski yerine getir sorun değil bu kadar yeter. Turcunun bisikletini fazla kurcalamayacaksın evladım! Kime diyorum? Not alıyor musun? E-evet yazdım “turcunun bisikletini elleme”. Kesinlikle haklısın bırak kurcalamayı yabancı biri bisikletimi elleyecek diye aklım çıkıyor.Olduğu kadar artık deyip bir yandan da vitesimin ve frenlerimin yokuş aşağı tutmadığını hayal ederek karalar bağlayarak hostele döndüm. Yukarıda fotoğrafı olan arkadaş hemen atıldı “bisiklet senin miydi? ben de sahibini arıyordum, nereden geliyorsun? nereye gidiyorsun?” derken California’dan tatile gelen bisiklet tamircisi olduğunu öğrendim. Ertesi sabah hiç üşenmeden hem frenlerimi hem de viteslerimi elden geçirdi. Ben de bakarak anlamaya çalıştım.
Ertesi gün otobüsle El Arbol del Tule – Tule’nin Ağacını görmeye gittim.
Bu fotoğrafı çekeceği diye Mexican Spanish cep kitabımı otobüste düşürdüm.
Yanındaki kilise bile minicik kalıyor o kadar devasa bir ağaç, ama ne yazık ki gelişen şehir, kalabalıklaşan insan sayısı, yeraltı sularının azalması gün be gün bu güzelim ağacın ölmesine neden oluyor.
Gövdesindeki oluşumlar, budaklar, kıvrımlar yeryüzündeki canlılara benziyormuş, hatta çocukların tek tek bu jaguar, bu fil filan diye gösterdikleri bir tur varmış ama bulamadım. Bu oluşumlar nedeniyle hayat ağacı olarak da biliniyor. Ama ben en çok Nahuatl dilindeki adını sevdim; ahuehuete – suyun yaşlı adamı.
Biraz da mezcal ve tekila kremalarının tadına bakıp, Oaxaca’ya geri dödüm. Aynı gün Bill ve Katie ise otelin ayarlayacağı turdan ziyade atlayıp otobüse ve tabii kamyona Hierve El Agua’ya kadar uzanmışlar. Burası da kaçırılmaması gereken doğal bir güzellik, benim tembelliğime denk geldi.
Casa Angel Youth Hostel’in çatısından Oaxaca de Juárez manzarası
Oaxaca de Juárez’den 14 Şubat 2013 Perşembe sabahı ayrıldık. Hedefimiz 131 nolu karayolunu takip edip Puerto Escondido’ya varmaktı. Geçen sene Atlantik Okyanusunda yüzmüştüm, yüzmek denebilirse daha çok dayak yemiştim. Bu sene Pasifik Okyanusunda yüzecektim.
Daha yazacak anlatacak bir torba dolusu hikaye var. Kolum kırık ve hala San Cristobal de Las Casas’tayım. Aldırıcam kısmetse ikameti buraya. Arada moralim çok bozuluyor filan ondan sebep yazamadım. Dirseğimdeki yara kapandı ama ödem hala inmedi arada ağrım oluyor sıkıyorum dişimi üç hafta daha kaldı sonrası umarım daha kolay iyileşir.
Bana maddi manevi destek çıkan, buralara kadar gelip halimi hatrımı soran, açıktan, gizli gizli takip eden herkese çok teşekkür ederim. Düşündükçe gözlerim doluyor, yalnızlığım hafifliyor.
Acaip, ilginç ve bir o kadar güzel yazılarınızı zevkle okuyorum. Geçmiş olsun dileklerimi gönderiyorum.
tesekkurler. yazilar biraz gecikti netbook sorun cikariyor. cozer cozmez yeni yazilar gelecek
Oralara kadar gelenlerden bazıları da gecenin köründe uykudan uyandırıldığın halde şikayet etmeyip sohbete çıktığın, maceralarını anlattığın için sana teşekkür ediyorlar. Çabuk iyileşsin kolun, dertlerin hep hallolsun, tekrar yollara düş, yeni maceralarını okuyalım!