La Biosfera’dan ayrılmam ile yolun türlü çeşit zalimliği beni buldu. Rampaları inerken de çıkarken de epey zorlandım bisiklette bi tuhaflık vardı. Kafam çantalara takıldı acaba yükleri eşit dağıtamamış mıydım? Yola çıkmadan her bir çantasını el tartısıyla tartan bir manyak olarak durumu tam çözemedim. Sorun belkı lastik havalarındaydı, kim bilir? En yakın benzin istayonu nereden baksan 40 km ötedeydi.
Arada durup beyzbol antremanı yapanların fotoğrafını çektim. Rampalar bitmişti çok şükür.
Sonra masmavi gökyüzünde bu garip ama bir o kadar da büyüleyici buluta takıldım. Kuyruklu yıldıza da benziyordu. Aslan başlı Çin ejderini de andırıyordu.
Lastiklere hava basmak için Sébaco’da bir benzicide durdum. Elektrikler kesik olduğu için kompresör çalışmıyormuş. Bir sonrakinde jeneratör vardı da hava basabildim. Arka lastik 20 bara inmiş, çok şaşırdım. Lastiğim mi patladı acaba diye şöyle bir geçirdim. Sonra yok canıım yapıp yola devam ettim. 5 km gittim gitmedim bisiklet gene bi tuhaflaştı, bir baktım arka lastik inmiş. Neyse bir tarlanın önüne çekip lastiği değiştirdim. Hava basarken hoop pompa yuvasından çıktı. 30 bar hava basıp benzinciye geri döndüm. Lastiğin havasını 60 bar yapıp kalacak yer bulmaya karar verdim anlaşılan Sébaco’dan öteye gitmem mümkün değildi. Şehirde yaşayanlardan biri gönüllü itfaiye istasyonuna kadar bana eşlik etti. İstasyon dediysem etrafı çitle çevrili büyükçe bir meydanda derme çatma müştemilattan oluşuyor. Yine çadır kurmama gerek kalmadı cibinlikli ranzalardan birini bana verdiler.
Bu arada duş, tuvalet yapım aşamasındaydı, sadece gidere işemek ne zormuş. Etrafı batırmayayım diye bacaklarıma kramp girdi yeminle :)
Ertesi gün nispeten kolay geçti. Milletin aman allahım çok kalabalık trafik berbat diye tanımladığı başkent Managua’ya vardım. Evet trafik var ve kötü ama İstanbul trafiği ile karşılaştırınca her yer kasaba bizim için (koca başkenti kasaba yaptım affola :) 4 şeritli koca yolda geride trafik ışıkları kırmızı yandığında 100-200 metre ötesinde hiç araç kalmamışsa o şehirde trafik yoktur beyler bayanlar ve tabii ki kaydıraktan kayanlar.
Kalacak yer konusunda artık hepinizin aşina olduğu üzere yolumun üzerindeki ilk İtfaiye İstasyonunda durup rica ettim. Bu sefer yatağın harici bir de yemeklerine de buyur ettiler. Hatta et yemiyorum diye bana etsiz yemek bile hazırladılar.
Managua epey büyük bir şehir. Hemen her aradığını bulmak mümkün. Diş hekiminden, özel doktoruna, çarşısından pazarına; neredeyse bütün bisikletçilerini tek tek dolaşmama rağmen fren pabucu bulamadım.
O kadar çok istememe rağmen itfaiye erleri mümkünatı yok şehrin kuzeyinde gölün yakınlarında bulunan Acahualinca yerlilerinin ayak izlerinin sergilendiği Açık Hava Müzesine gidemezsin dediler. Bayağı gasp olayı döndüğünden ben de fazla ısrar etmedim. Yukarıdaki meşhur ayak izlerinin fotoşrafını da Managua Müzesinde çektim.
Müzede fark ettiğim bir başka şey ise Şubatta maskeli danslı bir festivallerinin olmasıydı benzer bir festival Meksika’da da hemen hemn yakın tarihlerde pek çok şehirde kutlanıyor.
Managua İtfaiye İstasyonundan manzaralar
Managua’dan sonra dosdoğru Granada’ya giderim dedim demesine ama Masaya Ulusal parkına girmeden edemedim. Kamp şartları öyle ahım şahım değil maalesef bir kere saat 16:00’da müze kapandıktan sonra kullanabileceğiniz tuvalet yok. Duş zaten yok :( Ama Volkan Masay ve Masaya Gölü Manzarası için değer mi değer.
Nikaragua’nın fauna ve florası hakkında fanuslarda bir sürü çiçek böcek eşliğinde bilgi ediniyorsunuz. Ancak halen daha eli yüzü düzgün hayvan dolduran bir taksidermiste rastlamadım. Dünyanın en şirin hayvanı bile ellerinde korkunç bir yaratığa dönüşebilir.
Bu arada hava durumunu vermeyi atlamışım. Halen daha yağış döneminde olduğumuzdan genelde saat 16:00 sularında bir yağmaya başlıyor pir yağıyor diye özetleyebilirim.
Gece yağan yağmurda ıslanan eşyalarımı, çadırımı kurutmak için müzenin terasına kuruldum. Kahvemi hazırladım, keyfim yerinde tembellikte birinciyim. Dün, sabah erkenden çıkmak için yırtınırken sabah saat 10:00 da ancak toparlanıp volkana doğru yola koyuldum.
Masaya Volkanı iki büyük kraterden oluşuyor. Nindiri ve Masaya bir de yeni oluşan minik koniler var. Müzede yılların birikimi fotoğraflar, eskizler ve yazılı bilgilere göre Nindiri, henüz konisi içine çökmemişken gelen avrupalılar tarafından ‘cehennem ağzı’ ve ‘şeytanın evi’ olarak betimlenmiş. Hatta ispanyollar şeytanı yenmek için volkanın ağzına bir de haç dikmişler, Rahip Francisco Bobadilla’nın anısına Bobadilla Haçı olarak anılan haçın yanına çıkmak ise halen daha sülfür, lava vs püskürten Santiago krateri yüzünden yasak.
Beraber fotoğraf çektiğimiz hatun kişiyle dönüşte bi kamyonete otostop yaptık. İyi ki yapmışız müzeye vardığımızda sağanak yağmur başladı. Toplanmışım gideceğim gidemiyorum. Hafifler gibi olup yine bastırıyor. Bu arada kocaman da bir araç park etmiş Alaska’dan Tierra del Fuego’ya Avustralya üzerinden diye de çıkarmaları var. Avustralyalı bir çift damı yükseltilebilen bu 4×4’u ikinci el alıp yollara düşmüşler. Çok da tatlı sobetleri olan ve çoktan Ptagonya’ya varan Janet ve Giles Cooper’ın bloguna şuradan ulaşabilirsiniz.
Yağmur derken aynı zamanda Santiago kraterinin çıkardığı gazın da rengi sarıdan turuncu ve kırmızıya dönünce volkan çıkışlarını kapattılar. Öğleden sonra gelen turistler mecbur geri döndüler.
Bu sefer ıslanmamak için çadırımı müzenin terasına kurdum. Çadırı kurarken yağmur dindi bulutlar aralandı ve kadarajıma sığmayacak kadar devasa bir gökkuşağı belirdi. Çadırı filan bırakıp oturup gökkuşağını ve nefes kesen gün batımını izledim.
Ertesi gün 20 – 30 km ilerideki kolonyal şehir Granada’ya vardım erkenden. En uygun fiyatlı Hostel Bearded Monkey’e yerleştim. Bir gün kalıp Rivas’a doğru yola koyuldum. Rivas’ta 5 dakika ile akşam 16:00 teknesini kaçırdım. Neyse fazla beklemeden 17:00 teknesi geldi. Bisikletin yüklerini açmadan hoop tahta iskeleden üst güverteye geçirdik.
İlk gece ucuz diye başka bir yerde kaldım daha sonra Hospedaje Central denen renkli cicilibicili hostel/restauranta geçtim. Hamak ücreti ödedim. Arka tarafta da yemek pişirmeme ses etmediler. Lokantanın yemekleri harika ama benim bütçeme göre pahalıydı. Bu arada ancak gece yatmaya gittiğimde tuhaf soluma sesleri ve koşuşturmalar duyunca bi korktum sinirlerim gerildi. Ama çok da uykum olduğundan baktım üzerime atlayan birileri yok uyumuşum. Sabah uyandığımda hala düş görüyorum sandım. Bahçede 4 tane geyik geviş getirip bana bakkıyorlardı.
Guatemala’da karşılaşıp tanıştığım Elif ile yine karşılaştık. Gönüllü olarak çalışmaya gelmişler. Ben kısa kalacağım için hiç bulaşmamıştım. Elif ile karşılıklı makremeden bir şeyler yaptık. Az da olsa doğaçlama başlamayı ve kafadan atmasyon takı yapmayı denedim, gayet de oluyormuş.
Ometepe adasının öbür ucuna gitmek için yola çıktım. Ometepe Nahuatl dilinde çift dağ anlamına gelen ome ve tepetl kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş. Halen aktif olan Concepción ve yıllar önce sönmüş ve tepesinde krater gölü olan Maderas isimli iki volkandan mevcut ada, Nikaragua gölünde yükselen en büyük adadır.
İlk gece sahile yakın bir çiftlikte çadır kurdum. Nefis gün batımına karşı biramı yudumladım. Aklıma aşağıdaki tekerleme geldi.
Red sky at night, shepherds’ delight;
Red sky in the morning, shepherds’ warning.
Akşam yağmur çok hafif atıştırdı. Sabah erkenden toparlanıp yola çıktım. Adanın etrafını dolaşan yol kilit taş ile döşenmişti. Gide gide Santa Cruz’a vardım. Plajı kolaçan ettim pek çadır kurmaya müsait değildi. Gölün yüselme ihtimali vardı. Hiç aklımda yokken en sonunda dayanamayıp Zopilote isimli çiftliğe gittim. Çiftlik eğimli arazide olduğundan bisikletli insanların hele de tek başlarına çıkması mümkün değil. Yardımsever bi panamalı sayesinde her bir şeyi tek tek taşıdık yukarıya. Gönüllü çalışanlar genelde kendi havalarında tipler. Kimse misafirperver değil. Kamp alanı kuru toprak tabii yağmur yağınca leş gibi kırmızı turuncu çamur olup çadıra yapıştı.
Panamalı gencin sevgilisi alman türkü çıkmaz mı? ahah aynı anda adada üç türk olma ihtimali sizce nedir? (gerçi bu adada Nikaragua’ya göç etmiş çok Türk varmış sonradan öğrendim) akşam internet kullanmak büyük sıkıntı oldu çünkü inanılmaz yavaştı. aslında iyi de oldu en azından shbet ettik biraz. Onlar da en az benim kadar bulunduğumuz yerden memnun değillerdi. aslında manzarası, yeri ve vaat ettikleri gayet güzel. Hatta oturmuş bir de sürüdürülebilir permakültür alanları da var. Ancak işte gerek çalışanların, gerek sahibinin tavırları gayet iticiydi.
Akşam önce hafif başlayan yağmur bir türlü durmak bilmeyince mecburen çadıra doğru koştum koşmasına ama vardığımda donuma kadar islanmıştım. Patikaların arasına açılmış su kanalları yetersiz kalmıştı ve neredeyse diz boyu su akıyordu hemen her yerden. Benim çadır Küba’da su almaya başlamıştı burada su almak ne kelime resmen su 3 parmak içine dolmuştu. Çantaları şişme matın üzerine yatırıp sadece giysilerimin olduğu arka çantayı alıp gerisin geriye lokanta bölümüne koştum. Üzerimi değiştirdim. Mutfağın önündeki beton çıkıntıya uzandım. sabaha kadar böbreklerim ve ayaklarım resmen buz kesti. Sabah ocağı yakayım dedim neymiş gidip açık arazide yakacakmışım. Mutfaktaki kızdan rica ettim de suyumu kaynattı. Ne bir geçmiş olsun gece çok kötüydü demek ne ooo ne demek kahve ikramımız olsun demek. Tavır çok önemli çook. İki lokma ekmeğinin bir lokmasını verenler ve lokmaları boyutuna göre ücretlendirenler.
Kahvemi içtikten sonra bağlasan durmaz yolcudur abbas. Bu sefer yardımcı olacak kimse de yoktu kendi başıma çantaları ve en son bisikleti indirdim. Girişte de Arjantin’den tek başına yola çıkan başka bir kadın bisikletçi ile karşılaştım. Kamp yapmamasını tavsiye edip yola koyuldum. Yolun bazı kısımları kırılıp dökülmüştü. Arada haberleri dinlediğimde Ometepe’yi tropik bir kasırganın vurduğunu ve bu havanın da üç gün süreceğini öğrendim. Geçen gece yağan yağmura ek bir de çamur kayması ile küçük bir kız hayatını kaybetmişti adada.
Altagracia adadaki diğer büyük şehir, burada uygun fiyata bir odaya yerleştim. Dişlerim sızlamaktaydı. Siz bile bıktınız benim diş sıkıntımdan :( Bir gece kalıp ertesi gün akşama doğru kalkan feribot ile gerisin geri Granada’ya döndüm. Amacım bir hostelde çalışıp dişlere baktırmaktı.
Çalışacak hostel bulamadım yine daha önce kaldığım yere sordum uzun kalırsam indirim yapar mısınız diye. Fiyatı indirince yerleştim. Mutfağında doğru dürüst tencere tava hatta çatal bıçak olmamasına rağmen çok yardımsever iyi insanlardı. Diş konusunda bu sefer şansım dönmüştü sanki. Gittiğim diş hekimi protezimi yenilemektense diş etlerimin sağlığını koruması için diş macunu, gargara ve bir de jel yazdı. Problemim baki buarada ama param olmadığından öteleyebildiğim kadar öteliyorum. İmplant yapılması gerekiyor, dişlerim de inadına çürüyor. En ucuz çözüm hepsinden kurtulup anneanne protezine geçmek :)
Bu arada Granada çok güzel bir şehir, kolonyal yapısıyla bana San Cristobal’i çağrıştırdığı bir gerçek. Dişlerim iyiye giderken ve ben yola çıkmaya hazırlanırken bir den kendimi inanılmaz yorgun hissettim. Sabah hiç bir şeyim yoktu oysa!15 – 20 km ötedeki Apoya krater gölüne pedallamıştım. Herhalde güneş yordu beni deyip yattım. Tam beş gün yemek yiyemedim çünkü pişiremedim. Ananas ve papaya alıp yedim. Kolumu kıpırdatacak halim kalmamıştı. Bir de üzerine vize süremi geçirdiğimi fark ettim. Hosteldeki ispanyol gençler paracetamol verdiler ateşim düşsün diye. Pazar gecesi ateşim çyle bir çıktı ki uykudan uyandım. Ateş resmen kulaklarımdan çıkıyordu. Duşa girdim. Normalde ferahlamam gerekirken son zamanlarda bi kaşıntıdır aldı başını gitti. Ateşimi ölçtüm 40 derece! Yarın doktora gitmem şart diyerekten kaşıntım geçene kadar oturdum. Sabah 8:00 gibi hastaneye gittim. Sadece ateşimin olmasını ciddiye almadılar, sağlık ocağına gittim. Doktor bi elinde sandviç bi elinde kalem beni gözüyle bile muayene etmeden ilaç yazdı.
İçime sinmedi yine hastaneye geri döndüm. derdim bir KBB uzmanı görmek. Meksika’da da bu çabam sonuçsuz kalmıştı. Bu sefer başarmalıydım. Şansım yaver gitti de direktörün sekreteri benimle ilgilendi ve direktörle görüşmemi sağladı. Bir anda her şey o kadar çabuk gelişti ki ne olduğunu anlamadan hastaneye yatıvermişim. Karnım aç, kıyafetım yok, diş fırçam yok! Ama sabah beri oradan oraya dolandığımdan yorgunum. Serumu takınca hoop sızıverdim.
Serum askısının tekerleri yok dolayısıyla elimde taşıya taşıya tuvalete gitmem gerek, tuvaletler işte ne kadar temiz olabilir hoş geldin Kartal Devlet Hastahanesi :/ En azından yanımda ıslak mendil var. Yemek konusunu çözemedik beni dışarı salmadılar gidip alayım, dışarı gönderdikleri temizlikçi kadın getire getire jambonlu sandviç getirdi. Bu duruma iki gün dayanabildim. İnsanın refakatçisi olmayınca devlet hastahanesi zor. İmza attım çıktım. Çıkınca geri de dönemiyorsun ne saçma işse artık. Ama gözüm az açıldı, karnım da aç yemem lazım. İki gün içinde banyo yapmamışım leş gibiyim terden. Döndüm hostele hemen duşa attım kendimi elbiselerimi değiştirdim, kendime geldim hemen yemek hazırladım. Bu arada hastalığımı yazmayı unutmuşum, Dengue Virüsü kapmışım sivrisineklerden. Yalnız dengue olsa yine iyi, iki çeşit de amip yerleşmiş sindirim sistemine, üzerine de orta kulak iltihabı elele tutuşup gelmiş hastalıklar.
Biraz diyet biraz antibiyotik çok şükür hepsini atlattım. Kan değerlerim de düzeldi. Yalnız bu dengue virüsü sizi gerçekten bırakıp gittiğinde üzerinize bir fil oturmuş da kalkmış gibi ferahlıyorsunuz. Özellikle başımdaki ağrı yok olunca hah dedim iyileştim. Alerji sandığım kaşıntı ise dengue’nin habercisiymiş.Cildim de iöten yanmış gibi lekeler oluştu ama kalıcı değildi zaman içerisinde düzeldi.
Managua’ya gidip vize süremi geçirdiğim için cezamı yatırdım. Sosyal medyadaki arkadaşlarım sağ olsunlar ceza parasını ve uzatma bedelini ödememe yardım ettiler.
Jinotega’da bıraktığım Mike da benzer şekilde hastalanmış, perişan olmuş benim gibi iyileşme sürecindeydi. Bu arada yeni bir uzun yol bisikletçisi geldi. Fransa’dan yola çıkan hatta Gürkan Genç ile pedallayan Alain.
Kalmak için bir sebebim yoktu, gitmek için ise fazlasıyla nedenim vardı. Ometepe’den Granada’ya 13 Ekim 2014 tarihinde dönmüştüm. 23 Kasım 2014 tarihinde Granada’dan Alain ile Rivas’a doğru yola çıktık.
Önümüzde Costa Rica, Panama, Noel ve Yeni Yıl kutlamaları ve bilmediğimiz türlü çeşit macera ve daha kim bilir neler vardı.